Diken – Emre İper’in çiğnenen onuru

Emre’nin hikayesi anlatılmak zorunda.

Yaşanan adaletsizlikleri, haksızlıkları anlamak ve yarınlara aktarabilmek için anlatılmak zorunda.

Emre İper, Cumhuriyet davasında, gazeteci ve avukatlarla yargılanan, ‘terör örgütü propagandası yapmak’tan 3 yıl 1 ay 15 gün hapse mahkûm edilen Cumhuriyet’in muhasebe çalışanı. 

Dokuz ay tutuklu kalmıştı, cezası kesinleşince en az 7.5 ay daha yatmak üzere 25 Nisan’da ailesiyle vedalaşıp Kandıra Cezaevi’ne girdi. 

Bu iki satırda özetlenen süreçte Türkiye’nin yargı sistemi, bir insanın onurunun nasıl çiğnendiği, ailesinin yaşadıkları yatıyor. O kadar basit değil.

Ve bu yüzden anlatmak zorundayız.

Emre İper, Cumhuriyet gazetesinin bütün finans işlerini emanet ettiği, muhasebe servisinin 15 yıllık çalışanı. 

Yaşamı Cumhuriyet’in neredeyse tüm yöneticileri tutuklandıktan bir süre sonra, iddianame taslağı İstanbul basın savcılığı tarafından ‘Türkiye’nin en iyi gazetesi’ Sabah’a servis edildiği gün bütünüyle değişti. 

Taslağa göre, sanık yapılan Cumhuriyetçilerin, mesai arkadaşları Emre İper’le telefonla görüşmeleri suç sayılmıştı. 

Zira MİT’in meşhur ve hatalı olduğu için pek çok insanın hayatını karartan Bylock listesinde Emre’nin de telefonu vardı. 

Emre, kendinden gayet emin, hemen gazetenin bilgi işlem servisinde telefonunun imajını aldırdı. Ertesi sabah da gözaltına alındı zaten. 

12 gün gözaltı, ardından tutuklama kararı ve Silivri 9 No’lu Cezaevi. 

Oysa bu süreçte Cumhuriyet’in bilgi işlemcileri ve alanın en iyilerinden bilirkişi Koray Peksayar, telefonda hiçbir zaman Bylock programı kurulmadığını saptayarak, raporlarını savcı Yasemin Baba’ya vermişti. Fakat savcı yine de Emre’nin tutuklanmasını istedi, tanıdık bir isim, Çağlayan Adliyesi’nin son dönem en meşhur yargıcı Akın Gürlek de tutuklama kararını verdi. 

Cumhuriyet Davası’nın ilk duruşmasının olduğu gün, sabahın erken saatlerinde, savcılar bu kez de Emre’nin iddianamesini Türkiye’nin En İyi Gazetesi Sabah’a servis etti. Sabah’ın duruşma sabahı attığı manşet hâlâ yayında: “Cumhuriyet çalışanı Bylock’a 204 defa girmiş” (Silseler de fark etmez, artık arşivdedir; dün Taraf’ın, Zaman’ın attığı manşetleri nasıl unutmadıysak, bu da unutulmayacak.)

Emre’nin davası 24-28 Temmuz 2017’de ilk duruşmaları görülen Cumhuriyet Davası’yla birleştirildi. 

11 Eylül’de ifadesini verdiği gün, bilirkişi Peksayar, bir kez de duruşmada anlattı tane tane: “Emre İper’in telefonunda Bylock yüklenmemiştir, yüklenip silindiğine ilişkin bir iz de yoktur.” İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi’nin yargıçları teknik ve somut veriye değil, MİT’in bir satırlık yazısına itibar ederek, tutukluluğun devamına karar verdi.

25 Eylül’deki duruşmada Emre’nin akıl etmesiyle bir rapor daha alıp sunduk mahkemeye. Yine konunun en iyilerinden Tuncay Beşikçi de aynı şeyi söylüyordu raporunda: “Emre İper’in telefonunda Bylock yoktur.” 

Beşikçi yanılgının nedenini de saptamıştı. MORBEYİN denen bir cep telefonu uygulaması, Bylock’la aynı sunucuyu kullanıyordu ve telefonuna müzik, sözlük, namaz programı yükleyenler, Bylock’la aynı sunucuya bağlanıyordu. 

Beşikçi, tüm bunları anlattı ama nafile, tutukluluğun devamına karar verildi.

“MİT, savcı, gazete, yargıçlar ne yapsın, telefon Bylock sunucuna bağlanmış işte” diyenler olabilir. 

HAYIR, HAYIR ve HAYIR… 

Emre’nin yaşadıkları en temel ceza hukuku ilkelerinden birinin ihlaliydi: 

Şüpheden sanık yararlanır. 

Daha gözaltındayken telefonunda Bylock olmadığını, yanılgıya pay bırakmayacak şekilde kanıtlamıştı. Buna karşılık ‘karşı taraf’ın dosyaya koyduğu tek bir teknik veri yoktu. Sadece MİT listesinden kopyalanıp dosyaya sokulan, Emre’nin adının ve telefon numarasının yer aldığı ama hiçbir teknik veri, dayanak içermeyen ‘bir satır yazı’ vardı. 

‘Şüpheden sanık yararlanır ilkesi’ savcı ve yargıçların içselleştirdiği bir kural olsaydı, Emre bir gün bile içeride kalmayacaktı.

31 Ekim ve 25 Aralık’taki duruşmalar da tutukluluğun devamı ile geçti.

Bu arada Emre ilk altı ayı tamamen tecritte, tek kişilik koğuşta geçirdi. 

Artık Emre ve diğer tutuklu arkadaşlarımız Ahmet Şık, Murat Sabuncu ve Akın Atalay Mart 2018’deki duruşmayı beklerken MİT insafa geldi; Tuncay Beşikçi ve Koray Peksayar’ın çalışmalarını da dikkate alarak kendi listesinde düzeltmeye gitti. 

11 bin 480 kişi, telefonlarında Bylock yüklü olmadığı halde, MORBEYİN uygulamaları kullandıkları için listeye dahil edilmişti. 

Ama bu bilgi savcılığa ulaştıktan sonra bile Emre hemen çıkamadı. İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi’nin yargıçları, MİT’in yeni listesi dosyaya girene kadar kılını kıpırdatmadı ve böylece iki gün daha tuttu Emre’yi. Böylece adliyenin adlandırmasıyla ‘FETÖ üyeliği’ suçlaması düştü. Ama…

Ama dosyada bir de savcı Yasemin Baba’nın koyduğu, Emre’nin yazdığı üç tweet vardı. Mahkeme, suçlamayı ‘terör örgütü propagandası’ olarak değiştirdi.

Emre’nin 36 kişiden ibaret takipçisine yazdığı, suçlama konusu yapılan tweetleri şöyle: 

“Ne oldu… Sayın Davutoğlu ‘Bizimle değilsin artık’ Ne oldu Cumhurbaşkanına elbise DAR BEğenmedi, ne oldu… Biat kalıcı oldu” (16 Mayıs 2016)

“Canım ülkem neler gördün… Sanal darbeler… Oyundan darbeler… Düşün her seferinde kim güçleniyor.”

“Evet şu an darbe edebiyatı her kanalda. Yarın yeni bir ülkeye uyanacağız. Eskisinden daha kötü ve daha acı. Demokrasi sonumuz olmaz umarım.”

“Eski hinler şimdi cin olmuşlar Kim kimin inine girdi kazananı kim? Anladın mı Türkiye” (15 Temmuz 2016)

Bu tweetlerin neresinde şiddete övgü ya da çağrı var, herkes değerlendirmesini yapsın. Diğer deyişle, bu birkaç satıra verilen 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasının hukuka, insafa, ahlâka sığar bir yanı var mı, onu okur değerlendirsin. 

Ama savcı ve yargıçların bir hilesini teşhir etmek zorunlu. İlk tweet memleketteki bilaistisna herkesin bir ‘darbe’ olduğu konusunda hemfikir olduğu ‘Davutoğlu’na yönelik Pelikan darbesi’ne ilişkin, 15 Temmuz’la hiçbir ilgisi yok. Ama hem savcı Yasemin Baba, hem de mahkûmiyete giden yargıçlar, bunu bağlamından koparıp 15 Temmuz’la ilişkilendirdi. 

İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Abdurrahman Orkun Dağ, Halit İçdemir ve Ramazan Çiçek’ten oluşan heyeti Emre’yle ilgili şu kararı verdi:

(kopyala-yapıştır yaptım, bozuk ve kötü Türkçe onlara ait)

“Sanığın sosyal medya paylaşımları değerlendirildiğinde darbeden bahsedilmesi yine 15 Temmuzda gerçekleşen darbenin sanal darbe olarak tanımlanması ve her seferinden kimin güçlendiğinin sorulması ile bu darbenin aslında FETÖ’ye yıkılmaması gerektiği konusundaki açıklama yakında olmaya hali hazırdaki tehlike içinde FETÖ’nün masum olduğu söyleyen propaganda özelliği taşır. Dolayısıyla mahkememizce sanığın söylemleri özellikle FETÖ’yü masumlaştırma ve yüceltme çabası ve bu paylaşımların daha darbe girişimi bastırılmamışken eşzamanlı bildirilmesi ile kastının yoğun olduğu kabul edilerek teştid uygulanmak suretiyle örgüt propagandasından mahkûmiyetine karar verilmiştir.” (İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi, 2017/148 E.-2018/162 K. sayılı, 25.4.2018 günlü karar)

Lütfen tekrar tekrar okuyun. Hem Emre için okuyun hem de olur ha kafanız bozulur eşinize dostunuza birkaç satır yazmak isterseniz, bu ülkenin yargıçları haddinizi hududunuzu nasıl belirlemişler, onu görmek için okuyun. “Sanal darbe” demek terör örgütü propagandasıymış, bunu darbe bastırılmadan söylemek teştid (cezanın artırılması) sebebiymiş… 

Bu sefaleti İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi’nin üç yargıcı da hukuka uygun buldu. Şimdi dosya Anayasa Mahkemesi’nde, kim bilir ne karar verecek? Daha geçenlerde Ayşe öğretmen (Çelik) için verdiği şu kararı hatırlayacak mı? 

“Terörün övülmesi, terörizme destek gösterisi, şiddet kullanımına veya silahlı direnişe ya da başkaldırıya doğrudan veya dolaylı olarak teşvik olarak nitelendirilemeyecek ifade açıklamaları ifade özgürlüğü kapsamındadır ve örgüt propagandası olarak cezalandırılamaz.” (AYM, 2017/36722, 9.5.2019 sayılı karar, 57. paragraf)

Ama AYM bu sözlerini hatırlasa ve ihlal kararı verse bile öyle görünüyor ki Emre İper bu hukuksuz cezayı çekmiş olacak.

Özetleyelim mi? 

Devletin istihbarat teşkilatının yaptığı vahim bir hatayla başlayan süreçte, bilimsel bilgiye ve hukuka kulağınızı tıkayıp bunların yerine MİT’i koydunuz ve Emre İper’i örgüt üyeliğiyle suçlayıp altı ayı tam tecritte, dokuz ay, Reina katliamı faili Masharipov’la aynı hücrede değil ama aynı hapishanede yatırdınız. O dokuz ayı, Emre’nin eşi işte, çocukları okulda “Var ya Bylockçuymuş” nazarlarıyla geçirdi. 

Dokuz ayın sonunda, MİT de uyandı yanlışlığa, hep beraber Emre’nin inatçı itirazına, bilimin gerçeğine gelmek zorunda kaldınız, tahliye ettiniz. 

Bir mahkeme, bir yargıç, bir insanı dokuz ay boş yere, haksız yere yatırdığı ortaya çıkarsa ne yapar? Onur, dedik ya, ummadık, ummayız ama başka bir iklimde olması gerekeni düşündük, düşledik. Mahkemeden Emre için şöyle bir son söz mesela: 

“Emre İper, istihbarat teşkilatına güvendik, sizi dinlemedik, raporları, bilirkişileri görmezden geldik, sizi özgürlüğünüzden ettik. Yetmedi bu dokuz ay tüm Türkiye’ye darbeci terör örgütünün üyesi olduğunuzu ilan ederek, ailenizi de sizi de çok mağdur ettik. Beraat kararı vereceğiz elbette. Ama lütfen uğradığınız ve onurunuzu çiğneyen bu haksızlık nedeniyle özürlerimizi kabul edin.” 

Düşler böyle…

Gerçekler; 36 kişilik takipçiye seslenen ve bir kelime şiddet içermeyen iki satır nedeniyle 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası. 

Diyeceksiniz ki “Türkiye’de propaganda suçundan herkese genelde 15 ay hapis cezası verirlerken Emre’ye niye böyle 2.5 katını verdiler?”

Kim bilir, belki, dokuz ayın üzerine bir o kadar daha yatarsa aklı başına gelir, bir daha muhalif gazetede çalışmaz diyedir. Belki ezilmek büzülmek yerine dimdik durarak yargıçları üzdü diyedir. Belki de sadece kimse “Dokuz ay boşuna yatırmışlar” demesin diyedir.

Bizim bildiğimiz şundan ibaret: Emre, bu dünyada mesleğine ihanet eden bir yargıçtan daha tehlikeli hiç kimse olmadığını yaşayarak öğrendi. 

Emre İper niçin tutuklandı, niçin bugün hapiste, bilin. Onuruyla girdi, onuruyla çıkacak.