ChatGPT – Narin Güran Cinayeti Davasında Raporların Karşılaştırmalı Analizi ve Hukuki Değerlendirme

Olayın Arka Planı ve Deliller

21 Ağustos 2024 tarihinde Diyarbakır’ın Bağlar ilçesi Tavşantepe Mahallesi’nde 8 yaşındaki Narin Güran, evinden kısa mesafede kaybolmuş; cansız bedeni 19 gün sonra bir dere yatağında çuval içinde, üzeri taşlarla örtülü halde bulundu. Olay ülke gündemine oturmuş, kayıp bir çocuğun akıbeti yoğun arama çalışmalarından sonra trajik biçimde ortaya çıkmıştır.

Soruşturma kapsamında ilk etapta aile üyeleri de dahil 24 kişi gözaltına alınmış, baş şüpheli olarak Narin’in amcası Salim Güran tutuklanmıştır. İtirafçı konumundaki Nevzat B. (N.B.) adlı zanlı, Salim Güran’ın çocuğun cesedini kendisine battaniyeye sarılı halde verip “ortadan kaldırmasını” istediğini ve bu iş için 200 bin TL teklif ettiğini savcılığa anlatmıştı. Nevzat B. ifadesinde, cesedi aynı gün teslim aldığını, çocuğun pembe çantasının sapıyla çuvalın ağzını bağlayıp sığ suya bıraktığını, ~15-20 kiloluk bir taşı çuvalın üstüne yerleştirerek cesedi gizlediğini anlatmıştır. Bu ifade, Narin’in aile içinden birinin öldürdüğü ve suça başka birinin yardım ettiği yönünde erken bir anlatı yaratmıştır.

Soruşturma ilerledikçe savcılık, teknik delillere dayanarak Narin’in annesini (Yüksel Güran), 18 yaşındaki ağabeyini (Enes Güran) ve amcası Salim Güran’ı “iştirak halinde çocuğu kasten öldürme” suçlamasıyla yargılamaya sevk etmiştir. Kapsamlı delil dosyasında, DARAN-2 isimli bir askeri üssün güvenlik kamerası kayıtları, köy okulunun kamera görüntüleri, baz istasyonu (HTS/CDR) verileri, sanıklara ait cep telefonu incelemeleri, Jandarma Kriminal ve Ulusal Kriminal Büro analiz raporları, bağımsız uzman mütalaaları ve otopsi bulguları yer almaktadır. Davanın seyri boyunca birbiriyle çelişen uzman raporları sunulmuş; özellikle DARAN-2 kamera görüntülerinin yorumlanması, farklı uzmanlar arasında anlaşmazlığa yol açmıştır. Bu kritik kamera, Narin’in kaybolduğu gün geniş bir bölgeyi 750 metre mesafeden kaydeden ve olası insan hareketlerini yakalayan bir görüntü sağlamıştır. Aşağıda, Ulusal Kriminal Büro (UKB) raporu, Alman uzman Prof. Dr. Dirk Labudde’nin raporu ve adli bilişim mühendisi Tuncay Beşikçi’nin uzman mütalaası başta olmak üzere, sunulan raporlar teknik, bilimsel ve hukuki açılardan karşılaştırmalı olarak değerlendirilecektir. Ayrıca Hindistan merkezli Brilliant Forensic Investigation (BFI) şirketinin hazırladığı uluslararası raporun getirdiği yeni bakış açısı ve diğer tüm belge-dataların (HTS kayıtları, baz raporları, okul kamerası, iddianame, mahkeme kararları vb.) oluşturduğu genel tablo analiz edilecektir. Son olarak, medya ve siyaset dünyasında davanın ele alınış şeklinin adalet üzerindeki olası etkileri incelenip, raporların güvenilirliği 10 üzerinden puanlandırılarak hukuki süreç bakımından hangisine ne derece itibar edilebileceği tartışılacaktır.

DARAN-2 Kamera Kayıtları: Mesafe, Çözünürlük ve Piksel Analizi

Olayın çözümünde büyük önem atfedilen DARAN-2 üssü kamera kaydı, yaklaşık 750 metre uzaklıktaki köy yerleşimini gören bir açıya sahiptir. Bu denli uzak mesafeden alınan görüntülerin analizi, teknik sınırlar nedeniyle son derece güçtür. Hem Prof. Labudde hem de Tuncay Beşikçi, yaptıkları hesaplamalarda şu noktaya dikkat çekmiştir: 2304×1296 piksel çözünürlükte ve ~20 fps hızla kayıt yapan kameranın görüş alanında, tek bir piksel karşılık gelen gerçek mesafe yaklaşık 70-80 cm’yi bulmaktadır. Labudde’nin geometrik hesaplamasına göre 900 m mesafede (kendisi kamera türünü bilmediği için Google Maps’ten ~900 m olarak varsaymıştır) bir piksel yatayda ~78 cm, dikeyde ~80 cm gerçek boyuta denk gelir. Gerçek mesafe 750 m olsa dahi, bu oranlar aynı mertebededir. Dolayısıyla 80×80 cm’den küçük nesnelerin videoda güvenilir şekilde seçilebilmesi son derece zordur. Sekiz yaşında bir çocuğun ortalama omuz genişliği ~26–30 cm civarındadır. Bu büyüklük, bir pikselin kapladığı alanın çok altında kaldığından, böyle bir uzaklıkta çocuğun siluetinin ancak çok istisnai koşullar altında fark edilebileceği vurgulanmıştır. Nitekim Beşikçi de “inceleme konusu kamera görüntülerinden 750 metre mesafedeki bir insanın tespit edilmesinin teknik olarak mümkün olmadığı” tespitine varmıştır. Üstelik kamera, sabit bir direğe monte olsa da çevresel faktörlerden etkilenebilir; Beşikçi, kamera pozisyonunda oluşacak 1 cm’lik bir fiziki sapmanın, 750 m ötede görüntüde 7,5 m’lik bir kaymaya yol açacağını hesaplamıştır. Bu denli uzak mesafede, rüzgâr veya titreşim kaynaklı en ufak bir açı değişimi görüntüyü ciddi oranda kaydıracak ve var olan az sayıdaki pikselin de yer değiştirmesine neden olacaktır. Sonuç olarak, DARAN-2 kamerasının görüş alanındaki insan figürlerinin konum ve hareket tespitinde ciddi belirsizlik payı bulunmaktadır.

Kameranın kayıt parametreleri de çözünürlüğü sınırlandırmıştır. Normalde güvenlik kameraları için tavsiye edilen kare hızı 30 fps olsa da, DARAN-2 kayıt cihazı 20 fps ile çalışmıştır. Hızlı hareket eden cisimler bu kare hızında bulanık çıkabilir. UKB raporunda ayrıca mahkemeye sunulan videonun 848×482 piksel ve 15 fps olduğu belirtilmiştir; bu, orijinal kayıt kalitesinden daha düşük bir formattır. Görüntünün piksel boyutunun ve çerçeve sayısının düşürülmesi, çözünürlüğü ve ayrıntı seviyesini olumsuz etkilemiştir. Beşikçi, UKB’nin sunduğu videoda piksel sayısının düşürüldüğünü, yani orijinal kayda göre görüntü kalitesinin azaltıldığını tespit etmiştir. Bu durum, önemli ayrıntıların analiz sırasında kaybolmasına yol açmış olabilir.

Bütün bu teknik kısıtlar nedeniyle, 750 m uzaktaki küçük bir figürün kimliğini teşhis etmek bir yana, orada gerçekten bir insan bulunup bulunmadığını saptamak bile güçleşmektedir. Piksel analizleri ancak olası bir hareketliliği veya ışık değişimini yakalayabilir, fakat bu değişimlerin insana ait olup olmadığı, hatta bir hareket mi yoksa örneğin rüzgârla sallanan bir nesne mi olduğu her zaman kesinlikle anlaşılmaz. Raporlarda da vurgulandığı üzere, görüntü iyileştirme teknikleriyle uzak plandaki şekilleri büyütüp netleştirmeye çalışmak bilimsel sınırları olan bir çabadır. Dijital yakınlaştırma ve filtreleme, mevcut piksel bilgisini yeniden işlemeye dayanır; yeni bir bilgi yaratmaz, aksine bazen görsel yanılsamalara yol açabilir. Bu nedenle, görüntü analizinde varılan sonuçların sağlaması yapılarak, fiziksel koşullarla uyumlu olup olmadığı mutlaka kontrol edilmelidir.

Özetle, DARAN-2 kamerası kayıtlarının çözünürlük, mesafe ve hareket bulanıklığı bakımından ciddi kısıtları mevcuttur. Bu gerçek, raporlar arasındaki farklı yorumların temelini oluşturmuştur. Aşağıda, her bir uzman raporunun bu görüntülerden ne sonuçlar çıkardığı incelenecektir.

Ulusal Kriminal Büro (UKB) Raporu: Bulgular ve Değerlendirme

Narin Güran soruşturmasında mahkemeye sunulan ilk kritik analiz, Ulusal Kriminal Büro (UKB) tarafından hazırlanan rapordur. Bu rapor aslında klasik bir metin raporu değil, 6 dakika 46 saniye uzunluğunda bir video formatında teslim edilmiştir. UKB uzmanları, DARAN-2 kamera kayıtlarını iyileştirerek önemli gördükleri anları ve bölgeleri bu videoda işaretlemiştir. Raporun ana iddiası, kamera görüntülerinde belirli karartıların (siluet veya gölgelerin) Narin Güran ve olayla ilgili kişiler olabileceğidir. UKB, askeri bölgedeki DARAN-2 kamerası ile Narin’in görüntüsünün alındığı bölge arasında kuş uçuşu mesafeyi yaklaşık 750 metre olarak belirtmiştir.

UKB raporuna göre, Narin olduğu değerlendirilen bir küçük karartı, kameranın gösterdiği alanda saat 15:18:50’de görülmüştür. Mahkeme kayıtlarına göre DARAN-2 kamera saatinin gerçek zamandan 6 dakika 45 saniye ileri olduğu tespit edildiğinden, bu görüntünün gerçek zaman karşılığı 15:12:05 olmaktadır. Aynı şekilde, Narin’in okul kameralarında son göründüğü an mahkemece 15:15:14 olarak belirtilmiş ve bu kameranın da ~4 dakika ileri olduğu anlaşılmıştır; dolayısıyla Narin’in gerçekte en son 15:11:14 civarında okul kamerasında göründüğü kabul edilmektedir. Bu zaman senkronizasyonuna dayanarak UKB raporu, Narin’e ait olduğu varsayılan karartının (15:12:05) ile son görüldüğü nokta arasındaki zaman farkının 51 saniye olduğunu hesaplamıştır.

UKB raporunda küçük karartının göründüğü bölge, köy içindeki evlerin yakınındaki bir ahırın yanı olarak işaretlenmiştir. Aynı görüntülerde, bu karartıya yakın bir konumda bir de büyük karartı tespit edildiği, bunun da başka bir kişi (muhtemelen şüpheli) olabileceği raporda ima edilmiştir. Nitekim rapordaki görüntülerde büyük karartı ile küçük karartının 15:19:49 itibariyle (kamera saatine göre, gerçek yaklaşık 15:13 civarı) birbirine çok yakınlaştığı, 15:19:54’te ise küçük karartının aniden kaybolduğu, büyük karartının da ahır yönüne doğru ilerlediği belirtilmiştir. UKB, bu görsel bulguları yorumlarken “sarı alan içerisinde insan silueti ve hareketleri” gözlendiğini not düşmüştür. Özellikle, raporda Nevzat Bahtiyar olarak kabul edilen bir karartı gösterilmiş; bu karartının Narin’in yürüyüş istikametinden farklı biçimde, Nevzat’ın evinin avlusu civarında olduğu belirtilmiştir. Yani UKB uzmanları, kamerada görülen büyük gölgenin Nevzat B.’ye ait olabileceğine, küçük gölgenin de Narin olabileceğine işaret etmiştir. Bu çıkarım doğal olarak, Narin’in Nevzat’ın evi civarında kaçırıldığı tezini desteklemektedir. Nitekim daha sonra mahkemeye sunulan BFI raporu da çocuğun baba evine hiç ulaşamadığı, Nevzat’ın evinin yakınında kaçırıldığı sonucuna varacaktır.

UKB raporunda teknik açıdan dikkat çeken bir diğer husus, ahırın duvarına ilişkin gözlem olmuştur. Raporda “uzaktan ahırın yan duvarı açık renkte görünmektedir” şeklinde bir tespit yer almaktadır. Bu, kamera görüntüsünde ahır bölgesinde parlak bir alan görüldüğünü gösterir. Ancak Tuncay Beşikçi’nin saha incelemesinde ortaya koyduğu üzere, UKB’nin açık renkli duvar sandığı parıltı aslında ahırın metal çatısından yansıyan güneş ışığıdır, duvarın kendisi değildir. Beşikçi, ahırın yanına gidip fotoğraflar çekerek parlama yapan kısmın çatı sacı olduğunu teyit etmiş, ahır duvarının ise koyu renkli olduğunu belgelemiştir. Dolayısıyla UKB raporundaki görüntü yorumunda bir yanılgı olduğu ortaya çıkmaktadır.

Beşikçi ayrıca UKB’nin işaretlediği “karartı” bölgesinin topoğrafyasını da incelemiştir. DARAN-2 kamerasının konumuna giderek aynı açıdan fotoğraflar çeken uzman, UKB raporunda kırmızı ok ile gösterilen karartı bölgesinin büyük ölçüde kayalık ve eğimli bir arazi olduğunu, yaya hareketine elverişli olmadığını saptamıştır. Yani UKB’nin videoda insan silueti gördüğünü belirttiği noktalar, gerçekte çocuk boyunda birinin rahatça yürüyebileceği bir patika olmayıp, sarp taşlık bölgelerdir. Oysa Narin’in köy içinde eve gitmek için kullanması gereken patika yol farklı bir güzergâhtadır. Bu durum, UKB’nin videodaki şekilleri yanlış konumda değerlendirmiş olabileceğini göstermektedir.

UKB raporunda dikkat çeken zamanlama verilerini de fiziksel gerçeklikle karşılaştırmak gerekir. Küçük karartı (Narin olduğu varsayılan) 15:12:05 güncel saatte ahır civarında görülüyorsa, Narin’in son görüldüğü evine giden patikadan o noktaya 51 saniyede ulaşmış olması gerekir. Aradaki mesafe Beşikçi tarafından 75 metre olarak ölçülmüştür. Normal bir insan saatte ~5 km hızla yürürse 75 metreyi ~54 saniyede kat edebilir. Ne var ki, 8 yaşında bir çocuk için aynı mesafe daha uzun sürecektir; nitekim Narin okul kameralarındaki son görüntülerinde yürür vaziyettedir ve yaşı itibarıyla adımları daha yavaştır. Üstelik patika yolun ilk 50 metresi toprak ve %20-40 eğimli bir yokuştur. Tüm bu faktörler hesaba katıldığında, 51 saniyede Narin’in o noktaya ulaşması hayatın olağan akışına aykırı görünmektedir. Beşikçi de UKB’nin bu zamanlama çıkarımını gerçekçi bulmamış ve “hayatın doğal akışına aykırı” olarak nitelemiştir.

Sonuç olarak UKB raporu, uzaktaki bulanık görüntülerden çıkardığı ipuçlarına fazlaca güvenerek Narin’in ve diğer şüphelinin konumlarını belirlemiştir. Ancak hem fiziki koşulların analizi hem de diğer uzmanların tespitleri, UKB’nin yorumlarının kesin ve şüpheye yer bırakmayacak şekilde ispat kuvvetine sahip olmadığını göstermektedir. Nitekim Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi kararında da “UKB ile Prof. Labudde’nin ve BFI (Hindistan) raporlarının tek başlarına kesin kanaate ulaşmaya yeterli olmadığı” ifade edilmiştir. Yani mahkeme de UKB’nin tek başına hükme esas alınabilecek açıklıkta bir delil sunamadığı kanaatindedir. UKB raporunun aksayan yönlerini daha net anlamak için, diğer uzmanların raporlarına ve onların aynı görüntülerden ne sonuç çıkardığına bakmak gerekir.

Prof. Dr. Dirk Labudde’nin Raporu: Yöntemler ve Tespitler

Almanya’dan adli bilişim uzmanı Prof. Dr. Dirk Labudde, Narin Güran ailesinin avukatları tarafından görevlendirilerek dava materyallerini incelemiştir. Labudde’nin 5 Nisan 2025 tarihli raporu (Almanca “Gutachten”), olaya dair görüntü ve fotoğrafları bilimsel yöntemlerle analiz etmeyi amaçlamıştır. Labudde üç ana konuya odaklanmıştır: (1) Narin’in elinde telefon veya benzeri bir nesne taşıyıp taşımadığının belirlenmesi, (2) Narin’in evden çıkarken yanında bir çanta olup olmadığının ve varsa renginin tespiti, (3) farklı kamera görüntülerinin senkronize edilip Narin’in hareketlerinin ve olay akışının yeniden yapılandırılması. Ayrıca kendisine iletilen video dosyalarının orijinalliği ve olası manipülasyonlar da mercek altına alınmıştır.

Okul Kamerası Görüntülerinin Analizi: Labudde, öncelikle Narin’in evine yakın okul binasına ait güvenlik kamerası kayıtlarını incelemiştir. Bu kamera, Narin’in evinden çıkıp köy içinde yürüdüğü patika yolun bir kısmını görmekteydi. Rapora göre Narin olduğu düşünülen küçük bir kız çocuğu, 21 Ağustos 2024 günü saat 14:02:13 ile 14:04:28 arasında okul kamerasında görünüp kaybolmaktadır. Bu süre zarfında Labudde, çocuğun okula doğru yürüyerek gidip birkaç dakika sonra koşarak geri döndüğünü belirtmektedir. Söz konusu kişinin Narin olduğu varsayımı altında tekil kareler (frame) üzerinde duran Labudde, özellikle Frame 2821’de önemli ipuçları yakalamıştır. Bu karede çocuk, vücudunun önünde bir çanta taşıyor gibidir; Labudde çantanın mavi renkli ve koyu renk kayışlı olduğunu ifade eder. Gerçekten de Narin’in cesedi bulunduğunda çuvaldan çıkarılan eşyalar arasında pembe renkli bir çocuk çantası vardır, ancak gece çekilen kamerada bu çanta koyu/nevrotik mavi tonlarda algılanmış olabilir. Labudde’nin raporu, görüntüdeki çantanın mavi spektrumda olduğunu not edip, bunun muhtemelen söz konusu çantayla aynı obje olduğunu düşündürmüştür.

Aynı kare dizilerinde, Labudde 2774 ve 2845 numaralı frameler arasında çocuğun sağ kolunu başına doğru kaldırdığı bir hareket tespit etmiştir. Bu hareket, telefonla konuşma ihtimalini akla getirmektedir; zira bir elde nesne tutup kulağa götürme şeklinde yorumlanabilir. Labudde, sınırlı piksel sebebiyle çocuğun elindeki nesnenin ne olduğunu kesin söylemenin mümkün olmadığını, ancak bir telefon veya benzeri bir küçük obje olabileceğine dair işaretler bulunduğunu raporlamıştır. Bu tespit önemliydi, çünkü Narin’in kaçırılmadan hemen önce telefonla konuştuğu dedikoduları yayılmış, hatta videonun montaj olabileceği bile iddia edilmişti. Labudde ise okul kamerası videosunda bariz bir montaj ya da dijital oynama izine rastlamadığını, manipülasyon emaresi olmadığı için ileri teknik analiz yöntemlerine gerek duymadığını belirtmiştir.

Labudde, okul kamerası görüntülerinden bir diğer kritik bulgu olarak, Narin’in ayakkabılarına odaklanmıştır. Görüntülerde çocuğun ayağındaki ayakkabıların arkası açık, sandalet tipli olabileceği, hatta çocuğun ayağına büyük geldiğinin düşünüldüğü vurgulanmıştır. Koşarken ayakkabı tabanlarının topuktan taşacak şekilde göründüğü ve iç tabanlarının ışığı yansıttığı fark edilmiştir. Bu detaylar, Narin’in bulunma anındaki giyiminin fotoğraflarıyla karşılaştırılmış; cesetle bulunan ayakkabıların da önü açık terlik tarzı olduğu ve iç tabanlarının açık renk olduğu anlaşılmıştır. Labudde, bu eşleşmeyi video görüntüsündeki kişi ile Narin’in kendisi arasında bir bağ kurulabilmesini sağlayan önemli bir ayrıntı olarak değerlendirir. Gerçekten de küçük yerleşimlerde çocukların çoğu zaman terlik/sandaletle dolaştığı bilinir ve bu ailenin Narin’e biraz büyük gelen sandaletler giydirmiş olması mümkündür. Labudde’nin bulguları, videodaki çocuğun Narin olma ihtimalini güçlendirmektedir.

DARAN-2 Kamerası ve Hareket Rekonstrüksiyonu: Labudde raporunun ikinci bölümü, tartışmalı DARAN-2 üssü kamerasının görüntülerine ayrılmıştır. Kendisine incelemesi için iki video dosyası iletilmiştir: “DARAN Orji1.mp4” (muhtemelen orijinal ham görüntü) ve “1.mp4” (işlenmiş kopya). Labudde, bu iki versiyon arasında renk doygunluğu ve kontrast açısından bariz farklılıklar saptamış; 1.mp4 dosyasının muhtemelen önceden işlenmiş olduğunu, orijinal ham görüntü olmadığı kanaatine varmıştır. Nitekim aynı kare üzerinde yapılan karşılaştırmada, 1.mp4’te renklerin “taştığı” (aşırı doygun), diğerinde daha soluk olduğu görülmüştür. Bu, Labudde’ye göre videoların orijinal kayıt olmayıp kırpılmış ve renk ayarıyla oynanmış kopyalar olduğunu gösterir. Dolayısıyla Labudde, elindeki görüntülerin başlangıçtan beri netlik kaybına uğramış olabileceğini akılda tutarak analiz yapmıştır.

Labudde, DARAN-2 kamerasının konumunu ve baktığı açıyı Google Haritalar üzerinden yaklaşık olarak belirlemeye çalışmıştır. Kamera ile köy arasındaki mesafeyi ~900 metre olarak tahmin ettiğini raporda belirtir; çünkü kendisine kamera tipi, lens açısı vb. verilmemiştir. Bu noktada Labudde, böyle uzak bir mesafenin neden olduğu perspektif bozulmasına dikkat çeker: İlk karelerde ufuk çizgisinin kavisli görünmesini, kameranın geniş açılı lensinden kaynaklanan bir distorsiyon olarak açıklar. Bu veriler ışığında Labudde de Beşikçi ile benzer biçimde bir uzaktan çözünürlük sınırı hesaplamıştır. 900 m ve 2304×1296 çözünürlük varsayımlarıyla yaptığı hesap, bir pikselin yaklaşık 78×80 cm alanı temsil ettiğini göstermiştir. Bu durumda 80 cm’den küçük objelerin seçilemeyeceği sonucuna varır ve “bir 8 yaş çocuğunun ortalama beden genişliği 26-32 cm ise, özel durumlar harici tespiti zor olacaktır” der. Bu teknik engellere rağmen Labudde, frame-by-frame (kare-kare) analiz ve frame differencing gibi yöntemlerle görüntülerdeki değişimleri takip etmeye çalışmıştır. Özellikle 7017–10582 arası frameler (muhtemelen saat 15:17–15:20 aralığına denk gelen bölüm) incelendiğinde, piksel bazında bazı hareketlilik emareleri yakaladığını raporlamıştır.

Labudde’nin en ilgi çekici bulgularından biri, iki farklı noktada insan hareketine işaret eden piksellik değişimler saptamasıdır: Bunlardan ilki, Narin’in köyde birlikte yürüdüğü kuzenlerinin evinin önü; ikincisi ise Narin’in kendi evinin çevresidir. Rapor, okul görüntüsü ile DARAN-2 kamera görüntüsü arasında 2 dakika 30 saniyelik bir saat farkı olduğunu (okul kamerası 15:15:08 vs. DARAN-2 15:17:38) not düşer. Bu fark göz önüne alınarak, DARAN-2 görüntülerinde 15:17:38–15:20:25 zaman aralığında tespit edilen hareketlerin, Narin’in 15:15 sularında kuzenlerinden ayrıldıktan sonra evine yaklaşma süreciyle uyumlu olduğu değerlendirilmiştir. Labudde, “grubun ayrılma anı 15:15:08 olarak belirlenebilir” diyerek, Narin’in kuzenleriyle yollarını ayırdığı anı tespit ettiğini ifade etmiştir. Ardından DARAN-2 kamerasında, Narin’in evine doğru yaklaştığı, ev ve ahır civarında bazı hareketlenmeler olabileceği yorumunu yapmıştır. Hatta ev ile ahır arasında tespit ettiği piksel değişimlerini, olay akışının rekonstrüksiyonunda bir ipucu olarak değerlendirmiştir. Bu, muhtemelen bir yetişkinin (şüphelinin) evden ahıra veya tersi yönde hareketini ima etmektedir. Nitekim Labudde, “ahır ve ev arasında tespit edilen hareketler, olayın akışını anlamada bir veri sunuyor” demektedir.

Labudde raporunun sonuç bölümünde, eldeki veriyle kesin kimlik veya suç anı tespiti yapılamadığı, ancak farklı kameralar arasındaki zaman farklarının giderilmesiyle olay zincirinin bir ölçüde ortaya konabildiği anlatılmıştır. Kendi bulgularını özetlerken, teknik limitler (uzaklık, distorsiyon, piksel azlığı) nedeniyle görüntülerden çıkarılabilecek bilgilerin kısıtlı olduğunu vurgulamıştır. Yine de “gölge-hareket analizleriyle bir insan hareketi olduğu izlenimi veren değişimler yakalandığını” belirtmiştir. Bu bulgular, UKB’nin net bir insan silueti gördüğü iddialarından daha temkinli bir yaklaşıma işaret eder. Labudde kesin konuşmamakla birlikte, Narin’in baba evine ulaşıp ulaşmadığının tam anlaşılamadığını, ancak ayrılma ve yaklaşma süreçlerinin genel hatlarıyla uyduğunu ima etmiştir.

Labudde’nin raporu hazırlanırken olay yerine hiç gelmemiş olması, onun analizindeki bir eksikliktir. Kendisinin de tavsiyeler kısmında belirttiği üzere, kameraların görüş alanındaki yapıların tam yerini saptamak için yerinde optik doğrulama yapılmasının faydalı olacağını önermiştir. Örneğin askeri üsse tekrar kamera konup, gece hedef noktalara ışık yerleştirerek videonun referans noktaları belirlenebilir demiştir. Ayrıca videolar arasındaki zaman farkının tam hesaplanması ve okul kamerasının renk hatası için bir renk skalasıyla ölçüm yapılması gibi teknik iyileştirme önerileri sunmuştur. Bu öneriler, onun mevcut raporunun bazı belirsizlikleri olduğunu ve ideal koşullarda ek çalışma gerektiğini kabul ettiğini gösterir. Nitekim Labudde, kullandığı 900 m mesafe varsayımının da yaklaşık olduğunu, kamera tipi belli olmadığı için Google Earth üzerinden kestirim yaptığını raporunda açıkça belirtmiştir. Bu, çeviri sırasında veya mahkemede rapor okunurken bir miktar karışıklığa yol açmış olabilir; zira gerçek mesafenin 750 m olduğu Türkçe belgelerde yer almaktadır. Labudde raporunun Türkçeye çevrilmesinde bazı ifadelerin de hatalı aktarıldığı, savunmanın bu konuda eleştiriler getirdiği belirtilmiştir (örneğin “Entzerrung” teriminin yanlış çevrilmesi gibi). Bu tür çeviri hataları, mahkemenin Labudde bulgularını anlamasını güçleştirmiş olabilir.

Özetle Labudde’nin raporu, bilimsel yönteme sıkı bağlılığı ve titiz görüntü işleme teknikleriyle dikkat çekse de olay yeri hakimiyeti eksikliği ve eldeki görüntülerin kısıtları nedeniyle net bir sonuç ortaya koyamamıştır. Labudde, “kesin konuşamayız, eldeki veriler şüphe barındırıyor” diyerek aslında ceza yargılamasının gerektirdiği ihtiyat payını kendi içinde bırakmıştır. Nitekim raporunda Yargıtay’ın “her türlü şüpheden uzak, kesin ve yeterli delil” standardına doğrudan değinmemiş olsa da, sonuç kısmında bu standartla uyumlu şekilde, mevcut görüntülerle ancak olası bir senaryonun çizilebileceğini, fakat kesin hüküm için yeterli olamayacağını ima etmiştir.

Tuncay Beşikçi’nin Uzman Mütalaası: Yerinde İnceleme ve Analiz

Sanık Yüksel Güran ve Enes Güran’ın müdafileri, resmi bilirkişi raporlarındaki eksik ve çelişkili yönleri gidermek amacıyla Adli Bilişim Mühendisi Tuncay Beşikçi’den bir uzman mütalaası talep etmiştir. Beşikçi, 4 Nisan 2025 tarihli, 51 sayfalık kapsamlı raporunda tüm dijital ve teknik delilleri bütüncül bir yaklaşımla incelemiştir. Mütalaada, dava dosyasındaki iki Jandarma bilirkişi raporu (13 Ekim ve 3 Aralık 2024), HTS (Historical Traffic Search) kayıtları, baz istasyonu sinyal verileri, UKB video raporu, sanıklara ait telefonların adli imajları ve daha önce bahsedilen Labudde raporu da dâhil olmak üzere tüm belgeler değerlendirilmiştir. Beşikçi, ayrıca 4 Mart 2025 tarihinde bizzat olay yerine giderek ölçümler yaptığını, fotoğraflar ve videolar çektiğini raporuna not düşmüştür. Bu yerinde inceleme sırasında DARAN-2 kamera mevkiine çıkıp köy ve çevresini gözlemlemiş; ayrıca köy içinde Narin’in son görüldüğü noktaları, evinin ve ahırın konumunu hassas şekilde belirlemiştir. Bu sayede diğer raporlarda teorik kalan birçok unsuru pratik olarak sınama imkânı bulmuştur.

Beşikçi raporunun başında Jandarma’nın hazırladığı dar alan baz raporlarını ve HTS analizlerini ayrıntılı şekilde ele almıştır. 13 Ekim 2024 tarihli rapora göre, şüpheli Salim Güran’ın cep telefonu sinyallerinden çıkarılan hareket rotası, 14:52’de kendi evinden çıktığı, 14:52-15:18 arası yeğeni Arif Güran’ın evi civarında olduğu, 15:20-15:26 arası Arif’in evinde ve müştemilatında hareket ettiği, 15:36’da yine Arif’in ahır arkasına geçtiği, 15:42’de Arif ile kendi evi arasındaki yolda göründüğü, vs. şeklinde detaylandırılmıştır. Enes Güran’ın kayıtları incelendiğinde, 14:30-15:51 arası kendi evinde olduğu, 15:57’de Salim’in evine gittiği, 16:11’de tekrar kendi evine yöneldiği ve 17:50’ye dek evinde kaldığı belirtilmiştir. Yüksel Güran (Narin’in annesi) için de 14:28’den akşam saatlerine dek sürekli kendi ikametinde bulunduğu baz kaydı raporunda yer almıştır. Bu veriler, anne ve ağabeyin Narin kaybolduğu sırada evden ayrılmadığını göstermektedir. Nevzat Bahtiyar’ın HTS kayıtları ise, 15:08’de Salim’i arayıp 42 saniye konuştuktan sonra evinden ayrıldığı, 15:10 civarı Salim ve Arif’in evleri arasındaki yolda görüldüğü, 15:18’de Arif’in evinin çok yakınında sinyal verdiği, 15:26’da Arif’in evinin yanına geldiği, 15:27’de evin içinde olduğu, 15:40’ta okul civarına yakınlaştığı, 15:57’de tarlada, 16:00’da Narin’in cesedinin bulunduğu bölgeye yakın olduğu, 16:35’te oradan ayrılıp köye döndüğü şeklindedir. Bu ayrıntılı baz analizleri, her ne kadar belli bir senaryoyu işaret etse de, Beşikçi raporu bunların teknik olarak kesin konum tespitleri olmadığını vurgulamıştır. Zira baz istasyonu sinyal ölçümleri ancak belli bir kapsama alanı içindeki varlığı gösterir, tam adres veremez. Beşikçi, bilirkişi heyetinin raporundaki “kendi ikametinde bulundu, ahır kısmına geldi, evin odalarında hareket etti” gibi ifadelerin teknik olarak bu verilerden çıkarılamayacağını belirtmiştir. Aynı anda yüzlerce telefonun sinyal verdiği bir alanda, “baz verisine dayanarak şu kişinin tam olarak şu konumda olduğunu iddia etmek” isabetli değildir. Kaldı ki arama kurtarma çalışmaları sırasında bölgeye çok sayıda ekip geldiğinden (toplam 2.698 kişi katılmıştır) sinyal ölçümlerinin sağlığı da tartışmalıdır. Nitekim Beşikçi, 29-30 Ağustos 2024’de köyde sinyal ölçümü yapılırken binlerce arama ekibi personelinin bölgede cep telefonlarıyla bulunduğunu, bunun da baz sinyal seviyelerini etkilemiş olabileceğini hatırlatmıştır.

Beşikçi raporunun en kritik kısımlarından biri, DARAN-2 kamera görüntüleri ve UKB raporu başlığı altında yaptığı analizdir. Kendi yerinde çektiği fotoğrafları ve dijital görüntü işleme tekniklerini kullanarak, UKB’nin işaretlediği karartıları yeniden incelemiştir. Sonuçları büyük ölçüde önceki bölümde UKB için aktardığımız saptamalarla paraleldir: 750 metre mesafeden bir insanın tespiti teknik olarak mümkün değildir; kamera hem çözünürlük hem de stabilite açısından sınırdadır; görüntülerde yakın plan sabit cisimler dahi 5–20 piksellik kaymalarla bulanık çıkmıştır. Beşikçi, UKB’nin rapor olarak sunduğu videonun orijinal kalitede olmadığını, piksel çözünürlüğünün düşürüldüğünü ve saniyedeki kare sayısının 15’e indirildiğini belirlemiştir. Bu bulgu, Labudde’nin de dikkat çektiği ön işlem görmüş video meselesini doğrular niteliktedir.

Beşikçi, UKB raporunun tespit ettiği küçük karartının saatini 15:18:50 (kamera saati) = 15:12:05 (gerçek saat) olarak teyit etmiş, bu görüntüyü kendi raporunda “Kamera Görüntüsü 1” olarak sunmuştur. Bu karartının Narin olduğu varsayıldığında, okul kamerasında son görülme (15:11:14) ile bu görüntü arasında 51 saniye olduğunu o da vurgulamıştır. Kendi ölçümüne göre mesafe 75 m’dir ve 8 yaşında bir çocuğun 51 saniyede 75 metre gitmesi makul değildir demiştir. Bu durum, yukarıda detaylarıyla aktardığımız “hayatın olağan akışına aykırılık” argümanının Beşikçi tarafından da benimsendiğini gösterir. Nitekim Beşikçi, Narin’in okul kamerasında yürüyerek görüldüğünü ve patika yolun zorluğunu belirterek “51 saniyede oraya varması hayatın doğal akışına aykırı olarak değerlendirilmiştir” sonucuna varmıştır.

Beşikçi’nin sahada bizzat doğruladığı bir diğer husus, UKB raporundaki parlak ahır duvarı yorumudur. Kendi ifadesiyle, UKB raporunda “ahırın yan duvarı açık renkte görünmektedir” denilmiş, ancak kendisi olay yeri incelemesinde o parlayan kısmın ahırın yan duvarı değil, metal çatısı olduğunu tespit etmiştir. Raporunda bu saptamayı karşılaştırmalı fotoğraflarla göstermiştir (Fotoğraf 2: Ahırın duvar ve çatısını gösterir). Yani UKB’nin duvar sandığı beyazlık, aslında çatı sacıdır.

Ayrıca Beşikçi, UKB’nin “karartı” olarak belirttiği bölgeye hem kamera görüntüsü hem de kendi çektiği fotoğrafı bir araya getirip netleştirerek bakmıştır. Sonuç: UKB’nin kırmızı okla gösterdiği karartı bölgesinin büyük bölümü kayalık, dik yamaçtır ve yürüyüşe müsait değildir. Bu çalışma raporda “Fotoğraf 3” ve “Fotoğraf 4” olarak sunulmuş, biri kamera görüntüsü ile kendi fotoğrafının birleştirilmiş hali, diğeri de karartı bölgesinin yakından çekimi olarak verilmiştir. Bu somut kanıt, UKB’nin videodaki şekilleri yorumlarken mekânsal bir yanılgıya düşmüş olabileceğini netleştirir.

En önemlisi, Beşikçi gelişmiş görüntü işleme teknikleriyle (dijital iyileştirme, filtre, kontrast artırma vb.) DARAN-2 kayıtlarını tekrar incelemiş ve “olay saatlerinde söz konusu bölgede bir hareketlilik tespit edilemediğini” açıkça raporlamıştır. Yani kendi iyileştirdiği görüntülerde, UKB’nin bahsettiği insana ait olabilecek hareket izleri görünmemektedir. Bu çarpıcı tespit, görüntü analizi konusunda UKB ile Beşikçi’yi taban tabana zıt noktalara koymaktadır. Biri “orada insan var” derken, diğeri “ben bir şey göremedim” demektedir. Böyle bir durumda yargılamanın, emin olamadığı bir görüntüyü mahkûmiyet delili yapması beklenemez. Nitekim Beşikçi de raporunun sonuç kısmında ceza yargılamasının temel prensibini hatırlatmıştır: “Şüpheden sanık yararlanır” ilkesi gereği, aydınlatılamamış, şüpheli kalan hususlar sanık aleyhine yorumlanamaz. Yargıtay içtihatlarından uzun bir alıntıyla bu ilkenin altını çizmiş ve bu olayda “kamera ile olay yeri arasında ~750 m olması, çözünürlük düşüklüğü, net görüntü elde edilememe, görüntülerde 5-20 piksellik kaymalar olması, Narin’in 51 saniyede o noktaya ulaşmasının imkânsızlığı ve karartı bölgesinin yürümeye uygun olmaması gibi” etkenlerin bir arada değerlendirildiğinde UKB raporundaki tespitlerin her türlü şüpheden uzak, somut delil olarak kabul edilemeyeceğini ifade etmiştir. Bu sonuca varırken Beşikçi sadece kendi bulgularına değil, bilimsel yönteme ve evrensel ceza hukuku ilkelerine dayandığını vurgulamıştır.

Beşikçi raporu, teknik tutarlılık ve kapsamlılık açısından oldukça güçlüdür. Olay yeri görgüsü, cihazların özelliklerinin hesaba katılması, farklı delillerin birbiriyle karşılaştırılması gibi yönlerden değerlendirildiğinde, mahkemeye en yardımcı olabilecek çalışma niteliğindedir. Ancak bu rapor sanık müdafilerinin talebiyle aldırılan bir uzman görüşüdür ve resmi bilirkişi raporu statüsünde değildir. Nitekim ilk derece mahkemesi, hükmünde bu uzman mütalaasından bahsetmiş ancak hükme esas alırken resmi bilirkişi raporlarını tercih etmiştir. Bu durum Yargıtay tarafından eleştirilmiş; “bilirkişi raporu ile uzman görüşü arasındaki çelişki giderilmeden, itirazlar tartışılmadan karar verilmesi doğru olmamıştır” diyerek kararın bozulmasına gerekçe yapılmıştır. Bu gelişme, Beşikçi raporunun aslında dosyadaki çelişkileri ne denli ortaya koyduğunu göstermektedir.

BFI (Hindistan) Raporu: Uluslararası Analiz ve Alternatif Senaryo

Dava sürecine sürpriz bir şekilde dahil olan bir diğer analiz, Hindistan merkezli Brilliant Forensic Investigation (BFI) şirketinin raporudur. Sanıklardan Salim Güran’ın avukatı Onur Akdağ tarafından temyiz aşamasında Yargıtay’a sunulan bu rapor, dosyadaki kamera görüntülerini ve mevcut raporları bağımsız bir gözle değerlendirmiştir. BFI raporu 122 sayfa olup, DARAN-2 üssü kamerası ve çevredeki güvenlik kameralarını derinlemesine analiz ettiğini belirtmektedir. Raporda, Ulusal Kriminal Büro ile Prof. Labudde’nin raporlarında hesaplama ve analiz hataları bulunduğu, bu sebeple güvenilirliklerinin zayıf olduğu açıkça ifade edilmiştir BFI uzmanları, kendilerine sağlanan orijinal görüntüler üzerinde gelişmiş teknik analizler yaparak, önceki raporların sonuçlarına katılmadıkları noktaları ortaya koymuştur.

BFI raporunun en çarpıcı sonucu, Narin Güran’ın baba evine aslında hiç ulaşamadığı, Nevzat Bahtiyar’ın evinin civarında kaçırıldığı yönündeki tespittir. Bu bulgu, önceki resmi tezleri tersyüz etmektedir. Zira iddianame senaryosunda Narin’in evine ulaştıktan sonra (ailesi tarafından) öldürüldüğü varsayımı hakimdi. BFI ise, kamera görüntülerini adım adım inceleyerek farklı bir olay akışı çizmiştir. Okul kamerasında Narin’in 21 Ağustos 2024 günü saat 15:15:09’da (gerçek zaman 15:11:09) koyu renk tişört ve şortla, omzunda çapraz bir çantayla yürüdüğü görülmektedir. Buraya kadar bu tespit diğerleriyle uyumludur (Labudde’nin çanta ve giyim tespitiyle paralel). Rapora göre Narin daha sonra patika yola saparak evine doğru ilerlemektedir. Aynı sıralarda, Nevzat Bahtiyar’ın evinin yakınında insana benzeyen büyük bir gölge belirir. BFI, bu büyük gölgenin Nevzat olma ihtimalinin yüksek olduğunu ifade eder. Akabinde, 15:19:49’da (muhtemelen DARAN-2 kamera saatine göre) büyük ve küçük gölgelerin birbirine çok yaklaştığı, bunun muhtemel bir karşılaşmaya (çatışmaya) işaret ettiği belirtilir. Nitekim 15:19:54’te küçük gölge (Narin) bir anda ortadan kaybolurken, büyük gölge ahır yönüne doğru hareket etmeye başlar. BFI bu durumu “Narin’in burada kaçırıldığı ihtimalini güçlendiren” bir veri olarak sunmuştur.

BFI raporu ayrıca, Narin’in baba evinin çevresinde 15:16:00–15:40:45 saatleri arasında herhangi bir insan hareketine rastlanmadığını vurgular. Yani eğer Narin o süre zarfında evine ulaşsaydı, ev çevresinde bir hareketlenme görülmesi beklenirdi; ancak yoktur. Bu bulgu, Narin’in aslında hiç evine dönemediği tezini destekler niteliktedir. BFI ayrıca sanık Nevzat Bahtiyar’ın kendi ifadesinde belirttiği “Narin’in cesedini Arif Güran’ın evinden alıp ahırına taşıdığı” iddiasının da kamera kayıtlarıyla örtüşmediğini belirtmiştir. İyileştirilmiş görüntülerde Nevzat’ın o güzergahta hiçbir hareketine rastlanmadığını, dolayısıyla cesedi ailesinden alıp taşıdığı yönündeki savunmasının görüntüler tarafından doğrulanmadığını ileri sürer. Bu, Nevzat’ın kendi ifadesini de sorgulanır hale getirmektedir.

Bir diğer önemli bulgu, 15:41:27 civarında köyün yaklaşık 300 metre dışında, stabilize yolda koyu renkli (muhtemelen kırmızı) bir aracın köyden ayrıldığının tespit edilmesidir. Rapora göre olay saatlerinde köyden çıkan tek araç budur ve DARAN-2 kamerasına da yansımıştır. Araç detayı, Narin’in cesedinin taşınması veya kaçırılmasında bir otomobil kullanıldığı şüphesini doğurmaktadır. Nitekim davada baştan beri şüpheli konumda olan Salim Güran’ın aracı üzerinde incelemeler yapılmış ve Narin’e ait DNA ile saç örnekleri bulunmuştu. BFI raporu, kamera kayıtları üzerinden bu aracı da işaret ederek, soruşturmada gözden kaçmış ya da üzerine gidilmemiş olabilecek kritik bir ayrıntıyı tekrar gündeme getirmiş oldu.

BFI raporunun teknik bulguları, aslında Beşikçi ve kısmen Labudde’nin işaret ettiği hususlarla çelişmez, aksine onları tamamlar niteliktedir. Zira BFI da okul kamerası saat farkını ve DARAN-2 kamera saat farkını hesaplamış (4 dakika ve 6 dakika 45 saniye ileri olduklarını doğrulamıştır). O da, Labudde gibi, Narin’in omzundaki çantayı ve giyimini saptamıştır. Ancak BFI, muhtemelen gelişmiş hareket algılama algoritmaları ve görüntü stabilizasyon teknikleri kullanarak, DARAN-2 görüntülerinde Beşikçi’nin göremediği -veya temkinli davranıp dile getirmediği- bazı gölgeleri daha net takip edebilmiştir. Bu sayede büyük ve küçük gölge anlatısını oluşturmuş ve kaçırılma anını tarif edebilmiştir. BFI raporunun, savunmanın tezlerini güçlendirdiği açıktır: Narin’in köy içinde aile bireylerince öldürülmediği, aksine evine varmadan başka biri tarafından alıkonulduğu tezini desteklemektedir. Nitekim rapor, Yargıtay’a sanık avukatınca sunulmuş ve bu kapsamda Nevzat Bahtiyar’a verilen cezanın yetersiz olduğu, ayrıca çocuğun cinsel istismarı ve hürriyeti tahdit suçlarından da cezalandırılması gerektiği dilekçede talep edilmiştir.

Öte yandan, BFI raporunun usul bakımından bazı sıkıntıları olmuştur. Diyarbakır İstinaf Mahkemesi, kararında bu raporu incelediğini ancak fiziki aslı ve yüksek çözünürlüklü CD’si mahkemeye sunulmadığı için sınırlı değerlendirdiğini belirtmiştir. Yani rapor sadece UYAP’a taranmış bir evrak olarak geldiğinden, görüntü ekleri tam teferruatlı görülememiştir. Yine de istinaf kararı, BFI raporunun içeriğini özetleyip diğer raporlarla birlikte kesin kanaate ulaşmaya tek başına yeterli olmadığını not etmiştir. Bu beklenen bir durumdur; zira yargılama aşamasının sonunda, birbiriyle çelişen bu kadar rapor varken mahkemenin kesinlik atfetmesi zordur.

HTS/Baz Kayıtları ile Kamera Analizlerinin Çelişkileri

Yukarıda ayrı ayrı ele aldığımız teknik veriler ve kamera analizlerini bir araya getirdiğimizde, davanın kritik bir çatışma noktası ortaya çıkmaktadır: Cep telefonu sinyal verileri (HTS kayıtları) ile kamera görüntülerinden çıkarılan sonuçlar birbiriyle ne kadar tutarlıdır? Özellikle anne Yüksel ve ağabey Enes Güran’ın telefon kayıtları, onların Narin kaybolurken evde bulunduklarını gösterirken, bazı ilk analizler Narin’in eve ulaştığını ima ederek aileyi şüpheli konumuna getirmişti. Bu durum, teknik veri ile görsel veri arasında bir çelişki yaratmaktadır.

Jandarma’nın dar alan baz raporu ve HTS dökümleri, Narin’in annesi Yüksel Güran’ın 14:28’den itibaren sürekli evinde sinyal verdiğini, o öğleden sonra evden ayrıldığına dair bir kayıt olmadığını göstermiştir. Enes Güran’ın da 15:51’e kadar kendi evinde, 15:57’de Salim’in evinde, 16:11’de tekrar kendi evinde sinyalde olduğu belirlidir. Yani Narin’in kaybolduğu yaklaşık 15:15 civarında her iki şahsın da kendi evlerinde telefon kullandıkları kayıtlıdır. Bu, elbette mutlak bir fiziksel yer tespiti demek değildir (telefon evde bırakılmış olabilir ihtimali vs.), ancak sanıkların anlatımıyla da uyumludur: Narin o gün evden çıkıp kaybolmuş, annesi ve kardeşi evde bekleyip arama yapmışlardır.

Buna karşılık, UKB raporu Narin’in 15:12 sularında evin yanındaki ahır civarında görüldüğünü iddia ediyordu. Bu, sanki Narin’in evine yaklaştığını, belki de girdiğini düşündüren bir değerlendirmeydi. Eğer gerçekten öyle olsaydı, Narin’in evine vardıktan hemen sonra başına bir şey gelmiş olabilirdi. Böyle bir senaryoda oklar aileyi işaret edecekti. Fakat BFI raporu ve kısmen Labudde’nin analizi, Narin’in evine hiç ulaşamadığını ortaya koydu. Narin, daha önce yolda yakalanmışsa, evdekilerin doğrudan bir dahli olamazdı. Nitekim BFI raporunda 15:16–15:40 arası ev çevresinde hiçbir insan/araç hareketi olmadığının altı çizilmiştir. Bu bulgu, baz kayıtlarıyla tam bir uyum içindedir: Anne ve ağabey evdedir ve kimse gelmemiştir. UKB’nin gördüğünü sandığı ahır kenarındaki siluet ise ya yanılgı ya da Nevzat’ın oradaki kendi hareketidir (Nevzat baz verisine göre 15:27’de Arif’in evinde olduğuna göre, belki Arif’in evinin ahırında dolaşıyordu).

Bir diğer çelişki, Nevzat Bahtiyar’ın telefon sinyalleri ile kamera tespitleri arasındadır. Baz raporu, Nevzat’ın 15:26 gibi Arif’in evinin yanında, 15:27’de içinde olduğunu söyler. UKB ise aynı zaman diliminde bir karartıyı Nevzat olarak ahır civarında göstermiştir (Arif’in evi zaten Narin’in evinin hemen yanı olmalı). BFI ise Nevzat’ı köy dışında araçla ayrılırken saptamıştır (15:41’de köyden çıkan kırmızı araç). Aslında bunlar tamamen zıt şeyler değildir: Nevzat, 15:27’de Narin’i alıkoyup kendi ahırına götürdüyse 15:40’ta araca bindirip kaçırmış olabilir. Fakat Nevzat’ın ifadesi cesedi 22:47’de bulunduğu tarlaya bıraktığı yönündedir. Yani Nevzat suç ortağı sıfatıyla devredeyse bile, suçun asli failleri konusunda belirsizlik vardır.

Tüm bu karmaşa içinde, HTS ve baz istasyonu verilerinin ceza muhakemesinde tek başına kesin delil sayılamayacağı hukuken kabul gören bir ilkedir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun yerleşik içtihadına göre, “cep telefonlarının aynı baz istasyonundan sinyal vermesi tek başına kişilerin birlikte olduklarını veya suçu birlikte işlediklerini göstermeye yeterli değildir”. Özellikle de sanığın suç mahallinde bulunduğunu sadece baz sinyaline dayandırmak, “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi karşısında savunulamaz. Nitekim bir hukuk bürosu analizinde de vurgulandığı üzere, aynı baz istasyonundan sinyal alma olgusu tek başına mahkûmiyet için yeterli kabul edilemez; bu durumda ceza yargılamasının en önemli ilkelerinden olan “in dubio pro reo” devreye girer. Somut davada da baz kayıtları aile fertlerinin evde olduğunu göstermesine rağmen onları suçlu ilan etmek için yeterli olamaz; aynı şekilde Nevzat’ın sinyalinin Arif’in evinde çıkması da tek başına onun Narin’i öldürdüğünü ispatlamaz. Tüm veriler birlikte, tutarlı bir senaryo oluşturduğu ölçüde anlam kazanır.

Burada, teknik veriler ile kamera analizleri birlikte okunduğunda tutarlı senaryo hangisi sorusu önem kazanıyor. Birinci senaryo, iddianamede kabul edilen, ailenin (anne ve ağabeyin) Narin’i öldürüp bir şekilde amca Salim aracılığıyla cesedi yok ettiği yönündedir. Bu senaryo, UKB raporunun yorumlarıyla desteklenmeye çalışıldı (Narin eve geldi, orada öldü). Ancak teknik olarak bu senaryo, sayılan çelişkiler nedeniyle zayıflamıştır: Narin’in eve geldiğine dair net kanıt yok, baz verileri aksi yönde. İkinci senaryo ise savunmanın ileri sürdüğü, Narin’in dışarıda bir başkası (Nevzat ve/veya Salim) tarafından kaçırılıp öldürüldüğü, ailenin masum olduğu senaryodur. BFI raporu ve baz kayıtları bu senaryoyu daha çok desteklemektedir. Ancak burada da cevapsız sorular var: Eğer aile tamamen masumsa, Salim neden ilk hafta aramalarda çelişkili davranışlar sergiledi? (Nitekim CHP’li Gizem Özcan Meclis’te, “ilk haftada amca Salim şüpheliyken aramalara katılıp yanlış yönlendirmelere girişti, engellenmedi” diye eleştirmiştir) Ayrıca Salim’in aracında Narin’in DNA’sının çıkması ve Nevzat’ın ifadesinde Salim’i suçlaması, ikinci senaryoda da en azından aileden bir fail olabileceğini düşündürüyor. Bu ikilem, davayı zorlaştıran asıl noktadır.

Teknik veriler-kamera çelişkisi konusunda son olarak şunu belirtmek gerekir: Ceza yargılamasında maddi gerçeğe ulaşma amacı, bazen böyle birbirine zıt verilerle tökezleyebilir. Mahkemeler bu durumda hangisine güveneceğine, hangisinin makul şüpheyi giderdiğine bakar. Eğer hiçbirisi şüpheyi bütünüyle gideremiyorsa, Mahkûmiyet hükmü verilmemesi gerekir. Bu ilke, yazının çeşitli yerlerinde değindiğimiz “her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil” standardının bir sonucudur. Şu halde, Narin Güran davasında teknik ve görsel deliller arasındaki uyumsuzluk, Yargıtay’ın da dikkat çektiği üzere sanıklar lehine yorumlanması gereken bir durumdur. Yeni bir bilirkişi heyetinin bu çelişkileri çözmesi en ideal yol olacaktır; nitekim Yargıtay da bozma kararında bu ihtiyaca işaret etmiştir.

Soruşturma Süreci: Kolluk Hataları ve Sosyokültürel Etkenler

Narin Güran soruşturmasında ortaya çıkan sorunlar sadece teknik raporlarla sınırlı değildir. Kolluk kuvvetlerinin olayın ilk anlarından itibaren yaptığı bazı hatalar, delil yönetimindeki eksiklikler ve bölgenin sosyokültürel yapısının etkileri de davanın bütünlüğünü etkilemiştir. Öncelikle, Narin’in kaybolması sonrası köyde yürütülen arama-kurtarma çalışmalarında koordinasyon eksiklikleri yaşandığı görülmektedir. Arama bölgesine çok sayıda ekip sevk edilmiş, ancak bu esnada köyde elektriklerin kesildiği ve geceleri aramanın karanlıkta yapıldığı iddia edilmiştir. DEM Parti Diyarbakır Milletvekili Ceylan Akça Cupolo, Meclis’te yaptığı konuşmada “Narin kaybolduktan sonra köyün elektrikleri kesildi, o karanlıkta kim kimi korudu belli olmadı” diyerek, soruşturma esnasında failin saklanmış olabileceği imasında bulunmuştur. Eğer bu doğruysa, arama birimlerince köyde jeneratör vs. temin edilememesi ve gerekli önlemin alınamaması bir zafiyettir.

Bir diğer eleştiri, şüphelilere yönelik muamelenin yetersiz oluşudur. CHP Milletvekili Gizem Özcan, “katil şüphesiyle tutuklanan amcanın arama çalışmalarında aktif rol alıp yanlış yönlendirmelere girişmesinin engellenmediğini” söylemiştir. Gerçekten de amca Salim Güran, ilk günden itibaren hem aile içinde hem köyde aramalara katılmış, hatta basına açıklamalar yapmıştı. Eğer kendisi suçluysa bu süre zarfında delilleri karartma veya dikkat dağıtma imkânı bulmuş olabilir. Kolluğun, köydeki herkese eşit şüphe payesi vermemesi, belki de yerel güven ilişkilerinden kaynaklanmıştır. Muğla Milletvekili Gizem Özcan bunu “Kolluk oradaki herkesi şüpheli görüp o şekilde muamele etmedi. Buraya siyasi bir etki oldu mu? Aileyi, ‘muteber aile’ zırhı korudu mu?” sözleriyle dile getirmiştir. Bu ifade, aileye yönelik bir ayrıcalıklı yaklaşım olabileceği şüphesini ortaya koyuyor.

Gerçekten de Salim Güran’ın köyün muhtarı olduğu ortaya çıkmıştır. Muhtar olması, onu yerel idare ve emniyet nezdinde “resmi görevli” statüsüne sokmaktadır. Olay sonrası ilginç bir gelişme, AK Parti Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu’nun, tutuklu amca Salim Güran ile TBMM kulisinde çekilmiş bir fotoğrafının basına yansımasıdır Ensarioğlu, Salim’i Meclis’te ağırladığı eleştirileri üzerine “Kendisi muhtar sıfatıyla, başka muhtarlarla birlikte ziyarete gelmişti; hatırlamıyorum bile” diyerek savunma yapmıştır. Ancak daha önce bir TV programında “aile bizim 40 yıllık dostumuz” dediği de ortaya çıkmış, tepkiler üzerine bunun Narin’in dedesi için söylendiğini, ailenin geniş bir çevrede dostlukları olduğunu iddia etmiştir. Ensarioğlu, kendisine yönelik eleştirileri “sosyal medyada ahlaksızca manipülasyon” diye niteleyip, PKK terör örgütünün çocuk istismarlarına atıf yaparak konuyu siyasallaştırmıştır. Bu tartışma, davanın politik boyutunun altını çizmektedir. İktidar partisi milletvekilinin, katil zanlısı durumundaki aile ile yakın ilişki içinde olması, kamuoyunda “soruşturmanın tarafsızlığına halel getirecek bir nüfuz kullanımı mı var?” sorusunu akla getirmiştir. Ensarioğlu “devlet ne biliyorsa ben onu söyledim, bilip de söylemediğimiz şeyler var” gibi muğlak ifadeler de kullanmıştır, bu da “Soruşturmada bildiği ne olabilir, gizli ne var?” diye merak uyandırmıştır.

Bölgenin sosyokültürel yapısı da davaya yansımıştır. Tavşantepe köyü ve aile, büyük ölçüde Kürtçe konuşan, eğitim seviyesi düşük bir topluluktur. Narin’in annesi Yüksel Güran’ın Türkçeyi yeterince iyi konuşamadığı, bu yüzden ifadesini tam savunamadığı belirtilmiştir. DEM Partili (Demokrasi ve Atılım Partisi Diyarbakır Milletvekili) Sevilay Çelenk, “ben o ailenin vekiliyim, seslerini duyurmak için çabaladım” diyerek, dil bariyerinin ve sosyal konumun dezavantajlarını vurgulamıştır. Çelenk, hem medyada hem yargıda ailenin dışlandığını, önyargılarla hedef haline geldiğini savunur. Gerçekten de cinayetin ilk günlerinde basında ve sosyal medyada aileye karşı ciddi bir linç havası estirilmiştir. “Bu nasıl aile?”, “namus meselesi mi yoksa?” gibi yargısız infazlar kamuoyunda dolaşmış, hatta ailenin bazı üyelerine yönelik suçlamalar iftira boyutuna varmıştır. Sevilay Çelenk’in ifadesiyle, “henüz hakikat ortaya çıkmamışken aile ağır iftira ve hakaretlere uğradı, evladının yasını bile tutamadan namusunu aklamaya davet edildi”. Bu sosyolojik olgu, ne yazık ki Türkiye’de pek çok benzer olayda görülebiliyor: Kırsal bölgede bir çocuk cinayeti olduğunda, ilk akla gelen “aile içi töre/namus” saikleri olabiliyor ve henüz deliller tam toplanmadan bu yönde bir toplumsal kanaat oluşabiliyor. Narin davasında da benzeri yaşanmış, medya başlangıçta dış fail (Nevzat) üzerinde dururken bir anda yön değiştirmiş ve aile üyeleri zan altında kalmıştır. Özellikle otopsi raporunda Narin’de cinsel istismar emaresi çıkmayınca, bu defa “öldürme nedeni namus olmalı” gibi bir dedikodu yayılmış ve anne Yüksel hakkında akıl almaz söylentiler dolaşmıştır.

Kolluğun soruşturma bütünlüğünü zedeleyen bir diğer noktası, delil toplamadaki gecikmelerdir. CHP’li Gizem Özcan, “cinayet soruşturmasında 41 gün geride kalındı, halen ifade işlemleri, delil toplama sürüyor. En son Narin’in evindeki halıya kriminal inceleme yapılmak üzere el konuldu, neden bu kadar geç kalındı?” diye sormuştur. Gerçekten de, ceset bulunduktan sonra dahi evde detaylı bir inceleme hemen yapılmamış, ancak Aralık 2024’te (yaklaşık 4 ay sonra) halılara el konulup incelenmiştir. Van Jandarma Kriminal Laboratuvarı’nın halı ve battaniye incelemeleri hiçbir bulgu vermemiştir. Fakat bu gecikme, “acaba bazı izler o arada yok olmuş olabilir mi?” sorusunu akla getirmiştir. Yine Yİ Parti Milletvekili Turhan Çömez, “cesedi taşıyan kırmızı aracın kamera görüntüleri vardı, 19 gün bu görüntüler paylaşılmadı, üzerine gidilmedi. Neden?” diye eleştiride bulunmuştur. Bu sözler, bir önceki bölümde değindiğimiz BFI raporundaki kırmızı araç meselesine işaret etmektedir. Demek ki aslında kolluk, DARAN-2 kamerasında o aracı görmüş fakat ne halka ne de basına bu konuda bilgi vermemiştir. Belki de araç sahibi tespit edilip sorgulanmıştır fakat kamuoyu bunun cevabını bilememiştir.

Tüm bu belirtilenler, soruşturmanın ilk safhalarından itibaren koordinesiz, aceleci ve belki de önyargılı yönetildiğine işaret ediyor. Bir yanda etnik, dilsel bariyerler ve yerel güç ilişkileri, diğer yanda medya baskısı ile hızlı suçlu bulma ihtiyacı, soruşturmanın sağlıklı ilerlemesini engellemiştir. Nitekim Sevilay Çelenk’in değerlendirmesi de bu yöndedir: “Koca bir ülke Narin’e hakikat borçlu ama hakikat ortaya çıkmadı. Yargı süreci Narin’in ruhunu azapta bırakacak korkunç bir yanlışla sonuçlanmış olabilir”. Çelenk burada, yanlış kişilerin mahkûm edilmiş olma ihtimaline dikkat çekmektedir. Gerçekten de anne Yüksel Güran ve oğlu Enes Güran’a ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmiş olması, bölgede ve kamu vicdanında tartışma yaratmıştır. Yörede kadın ve çocukların üzerindeki “erkek egemen suskunluk yemini” de Cupolo tarafından dile getirilmiş, köyde belki de korku ve baskı nedeniyle gerçeğin tam ortaya çıkamadığı ima edilmiştir.

Son olarak, sosyokültürel bağlamda Kürt meselesi ve devlet-vatandaş ilişkisi de zayıf bir arka plan etkisi olarak görülebilir. Ensarioğlu gibi bir figürün devreye girmesi, HDP çizgisindeki DEM Parti vekili Çelenk’in konuyu sahiplenmesi, TBMM’de araştırma önergesi verilmesi (ancak AKP-MHP oylarıyla reddedilmesi) – tüm bunlar davanın siyasallaşma riskini göstermektedir. Toplumda her kesim, ya “aile suçlu cezalandırılsın” ya da “aile masum iftira atılıyor” şeklinde saflaşmıştır. Böyle bir atmosferde sağlıklı bir adli süreç yürütmek daha da zorlaşmıştır.

Medya ve Kamuoyu: Davanın Medyatik ve Politik Boyutu

Narin Güran cinayeti, Türkiye’de son yıllarda görülen en medyatik çocuk kaybı vakalarından biri olmuştur. Olayın ilk günlerinden itibaren haber kanalları, gazeteler ve sosyal medya olayı yakından takip etmiş; arama çalışmalarından tutuklamalara kadar her gelişme flaş haber olarak duyurulmuştur. Bu yoğun ilgi, bir yandan kayıp bir çocuğun bulunması için kamuoyu baskısını diri tutup pozitif rol oynarken, öte yandan yargısız infaz ve dezenformasyona açık bir zemin yaratmıştır.

İlk etapta, Eylül 2024 başlarında, basında Nevzat Bahtiyar’ın itirafı öne çıktı. Birçok haber, “N.B. parası için cesedi dereye attı” manşetleriyle verildi. Bu, kamuoyunda suçluların yakalandığı algısını doğurdu. Ancak kısa süre sonra işin rengi değişti: İddianame aşamasında anne, ağabey ve amca sanık sandalyesine oturunca, medya da bunları sorgulamaya başladı. Bazı gazeteler ve internet siteleri, davayı “Bu nasıl aile dedirten cinayet” gibi başlıklarla verdiler. Dava, ne yazık ki reyting getiren bir “aile dramı” formatına sokuldu. Magazinvari programlarda aile fertlerinin özel hayatları kurcalandı, köyden komşular konuşturuldu. Bu süreçte çoğu kez masumiyet karinesi ihlâl edildi. Henüz hüküm verilmeden aile üyeleri için “caniler”, “katil aile” ifadeleri kullanıldı. Medya ombudsmanı Faruk Bildirici de bir yazısında “Ya Güran ailesi suçsuzsa…” diye sorarak, medyanın peşin hükmünü eleştirmiştir. Bildirici, medyada aileye yönelik ağır suçlamalar yapıldığına, bunun tehlikeli ve haksız olabileceğine dikkat çekmiştir.

Sevilay Çelenk, bizzat bu konuyu gündemde tutan yazılar kaleme almış, “Narin’e hakikat borcumuz var” başlıklı makalesinde medya ve sosyal medyanın aileyi hedef haline getirişini anlatmıştır. Çelenk, “orada sadece Narin diye bir çocuk değil, Tavşantepe diye bir köy de kalmadı” diyerek, olayın köyün sosyal dokusunu paramparça ettiğini söyler. Köyün erkeklerinin sessizliği, kadın ve çocukların korku içinde oluşu gibi durumları vurgular. Medyanın erken yargısı yüzünden, belki de gerçekte suçlu olmayan insanların damgalandığını belirtir. Bu noktada basının sorumluluğu devreye girer. Maalesef sansasyon uğruna, henüz kesinleşmemiş ithamlar manşetlere taşındı. Ailenin Kürt oluşu, bazı çevrelerde oryantalist bir bakışla “feodal töre cinayeti” yakıştırmalarına yol açtı. Örneğin sosyal medyada mesnetsiz bir şekilde “anne namus için kızını öldürdü” şeklinde hashtag’ler açıldı. Bu iddiaların hiçbir kanıtı yoktu; sadece dedikoduydu. Ama bilgi kirliliği içinde yaygınlaştı.

Öte yandan, kamuoyunun duyarlılığı olumlu yanlar da barındırıyordu. Diyarbakır’da ve birçok ilde protesto eylemleri yapıldı, derinlemesine ve adil bir soruşturma talep edildi. Ancak Diyarbakır’daki yürüyüşte polisin biber gazı ve TOMA ile müdahale ettiği, insanların dağıtıldığı bildirildi. Bu durum, bir çocuk cinayetine adalet arayan kitleye orantısız tepki olarak eleştirildi. Cupolo, Meclis’te “Bir çocuğun cinayetinin aydınlatılması için yürüyen kitleye biber gazı sıkmanın mantığı nedir?” diyerek tepki göstermiştir.

Siyasi cephede de kutuplaşma yaşandı. İktidar ve muhalefet milletvekilleri arasında, davanın araştırılması konusunda görüş ayrılıkları baş gösterdi. DEM Parti’nin Meclis araştırma önergesi, AK Parti ve MHP oylarıyla reddedildi. Bu, muhalefet tarafından “İktidar olayın tüm boyutlarıyla açığa çıkmasını istemiyor mu?” şeklinde yorumlandı. Özellikle Ensarioğlu meselesi, muhalefetin diline dolandı. Gazete Duvar, Ensarioğlu ile Salim Güran’ın fotoğrafını “soruşturmanın sırrı çözülmemişken Meclis’te çay içiyorlar” diyerek haber yaptı. Ensarioğlu ise bunun üstüne sert savunmaya geçip HDP’yi, PKK’yı hedef alan açıklamalar yaptı. Yani olay, bir anda siyasi polemik malzemesi haline geldi.

Tüm bu medyatik ve politik ortam, yargılama sürecine dolaylı da olsa etki etmiştir. Mahkeme heyetleri üzerindeki kamuoyu baskısı, toplumdan gelen “adalet sağlansın” talebi elbette anlaşılır ve meşrudur. Ancak bu baskının tarafsız bir yargısal değerlendirmeyi gölgelememesi gerekir. Türkiye’de geçmişte de örnekleri görüldüğü gibi (örneğin Leyla Aydemir davası, Rabia Naz olayı, Çorlu tren kazası gibi), kamuoyu baskısı hem olumlu anlamda itici güç olabilir hem de bazen manipülatif bilgilerle süreci çığırından çıkarabilir. Narin davasında da medya ve siyasetin gölgesi hissedilmiştir. Son tahlilde, adaletin tecellisi için yargının kendi kurallarına ve delillere odaklanması, gürültüye prim vermemesi esastır. Bu bağlamda Yargıtay aşaması, ilk derece ve istinafın atladığı noktalara eğilme fırsatı sunmaktadır.

Raporların Bilimsel Geçerliliği ve Performans Değerlendirmesi (10 Üzerinden)

Narin Güran davasında sunulan belli başlı raporları teknik yeterlilik, olay yerine hakimiyet, bilimsel yöntem ve mahkemeye yardımcı olma açısından genel bir değerlendirmeye tabi tutarsak, her birine 10 üzerinden not vermek mümkündür:

  • Ulusal Kriminal Büro (UKB) Raporu: UKB’nin video raporu, orijinal kayıtların sahibi olarak teknik avantajla başlasa da, bilimsel titizlik açısından ciddi eksikler barındırmaktadır. Pozitif yönleri, askeri kamera verilerini ilk elden incelemiş olması ve bazı görsel işaretleri yakalamasıydı. Ancak çözünürlüğü düşürülmüş bir çıktı sunması ve fizik kurallarını zorlayan yorumlar yapması (51 saniyede 75 m koşulması gibi) raporun güvenilirliğini azalttı. Olay yerine gidilmedi, hesaplamalar yapılmadı, alternatif açıklamalar dikkate alınmadı. Bu nedenle UKB raporunun teknik geçerliği zayıf, yöntemi tek taraflıdır. Mahkemeye sağladığı fayda da sınırlı olmuş, zira rapor kendi başına kesin kanaat oluşturamamıştır. Puanı: 4/10. (UKB, delilleri erken toplamış olsa da yanlış yorumlarla değersizleştirmiştir.)

  • Prof. Dr. Dirk Labudde Raporu: Labudde, akademik bir uzman olarak bilimsel yönteme uygun analizler yaptı. Görüntü iyileştirme, renk analizi, piksel hesaplamaları gibi gelişmiş teknikler kullandı. Özellikle çanta, telefon ve ayakkabı konusunda önemli bulgular sağladı. Bilimsel dayanakları (optik ve geometrik hesaplar) raporunu sağlam kılıyor. Ancak olay yeri görgüsü eksik kaldı; uzaktan varsayımlarla çalıştı ve mesafe gibi kritik bir parametreyi yanlış (900 m) aldı. Raporunda bazı çeviri ve terminoloji hataları da, anlaşılmasını güçleştirdi. Sonuç olarak Labudde’nin çalışması tarafsız ve metodik olsa da pratik gerçeklikle tam bağ kuramadı. Mahkemeye katkısı, şüphe payını ortaya koyması yönünde oldu; ancak net bir sonuca varamadığı için kararda çok ağırlık bulamadı. Puanı: 6,5/10. (Yöntem iyi, uygulama koşulları yetersiz.)

  • Tuncay Beşikçi Uzman Mütalaası: Beşikçi’nin raporu, bütünsel yaklaşımıyla öne çıkmıştır. Hem dijital delilleri hem fiziksel mekanı birleştirerek analiz etmiş, kendi ölçümleriyle diğer raporların iddialarını sınamıştır. Olay yerine bizzat gitmesi, fotoğraflar çekmesi, tüm verileri çapraz kontrol etmesi raporunu çok güçlü kılmıştır. Bilimsel yöntemlere (görüntü işleme, balistik hesap, vs.) hâkimiyeti net şekilde görülmektedir. Ayrıca rapor dili net, bulgularını kaynaklarla desteklemiş, yargı açısından anlamlı sonuç cümleleri kurmuştur (şüpheden sanık yararlanır ilkesi dahil). Teknik tutarlılık ve ikna edicilik bakımından en yüksek puanı hak eden rapordur. Zayıf yön olarak belki taraflı (sanık lehine) algılanma riski vardır, ama sunulan veriler objektif dayanaklara sahiptir. Mahkemeye en çok ışık tutabilecek rapor budur; ne var ki resmî bilirkişi statüsü olmaması nedeniyle ilk planda yeterince değerlendirilememiştir. Puanı: 9/10. (Neredeyse kusursuz bir uzmanlık çalışması; tek eksiği resmi hüviyet kazanmamış olması.)

  • Brilliant Forensic Investigation (BFI) Raporu (Hindistan): BFI raporu uluslararası bir bakış açısı getirip, önceki tüm raporları eleştirel süzgeçten geçirmiştir. Teknik olarak çok detaylı (122 sayfa) ve yenilikçi analizler içeriyor. Büyük/küçük gölge tespiti, araç takibi gibi bulgular özgün ve dava seyrini değiştirecek nitelikteydi. Bilimsel yaklaşımı sağlam görünmekle birlikte (kamera saat senkronizasyonu, görüntü iyileştirme vs. hepsi var) raporun sorunu, hukuki entegrasyonu oldu. Mahkemeye orijinal materyalleri sunulmadığı için resmi kanaldan tam incelenemedi. Ayrıca savunmanın temyizde son dakika getirdiği bir rapor olduğundan, yargılama sürecine aktif dahil olamadı. Yine de teknik açıdan UKB ve Labudde’ye yönelttiği eleştiriler isabetliydi; kendi bulguları da tutarlı bir alternatif senaryo oluşturdu. Puanı: 7,5/10. (Teknik kalite yüksek, fakat adli süreçte kullanılabilirliği kısıtlı kaldı.)

Yukarıdaki puanlama özeti, raporların mahkeme nezdindeki güvenilirliğini de yansıtmaktadır. Bir ceza davasında hakim, bilirkişi raporlarını değerlendirirken onların bilimsel dayanaklarına, tarafsızlığına ve dosyadaki diğer delillerle uyumuna bakar. Bu davada Yargıtay’ın muhtemel bakışı da benzer olacaktır:

  • UKB raporu, resmi bir kurumdan çıksa da, “her türlü şüpheden uzak kesin delil” ölçütünü karşılamıyor. Yargıtay, UKB’nin tespitlerini tek başına mahkumiyet için yeterli görmeyecektir.

  • Labudde raporu, Yargıtay’ın dikkatini çekecek bilimsel uyarılar içeriyor (çözünürlük sınırı, şüpheli alanlar vs.). Ancak onun da kesin konuşmamış oluşu, Yargıtay için “kuşku vardır” anlamına gelir ki bu da sanık lehine yorumlanmalıdır.

  • Beşikçi raporu, Yargıtay’ın çok önem verdiği “somut olgu ile bağdaşırlık” konusunda en güçlü rapordur. Özellikle hayatın olağan akışına aykırılık tespiti, Yargıtay kararlarında sık atıf yapılan bir kriterdir ve Beşikçi bunu net ortaya koymuştur. Ayrıca Beşikçi’nin hukuki ilkelere vurgu yapması Yargıtay’ın takdirini kazanabilir. Nitekim bozma kararında uzman görüşünün tartışılmadan hüküm kurulması eleştirilmiştir. Bu, Yargıtay’ın dolaylı da olsa Beşikçi’nin bulgularına kulak verilmesini istediğini gösterir.

  • BFI raporu, Yargıtay için çift taraflı bir kılıç gibidir. Bir yandan olayı aydınlatıcı yeni tez getirdiği için önemli, öte yandan usule uygun şekilde dosyaya dahil olmamış bir materyal olduğu için mesafeli durabilirler. Yine de eğer Yargıtay yeni bir yargılama öngörürse, BFI bulgularının da yeni bilirkişi heyeti tarafından incelenmesini isteyebilir.

Hukuki Değerlendirme ve Sonuç

Tüm bu değerlendirmeler ışığında, Narin Güran davasında şu an gelinen noktada en temel hukuki ilke, “şüpheden sanık yararlanır (in dubio pro reo)” prensibidir. Yargıtay, defalarca vurguladığı üzere, ceza mahkumiyeti ancak kesin ve açık ispatla mümkün olabilir; ihtimallere veya çözülmemiş çelişkilere dayanarak mahkumiyet kurulamaz. Somut olayda ise gerek teknik raporlar arasındaki çelişkiler, gerek kolluk soruşturmasındaki eksikler nedeniyle ciddi bir şüphe hali söz konusudur. Deliller bir bütün olarak incelendiğinde, aile fertlerinin suçu işlediğine dair kesin ve tutarlı bir senaryo oluşmamıştır. Aksine, alternatif bir senaryo (aile dışı fail) makul bir olasılık olarak belirmiştir. Böyle durumlarda evrensel ceza hukuku kuralı, sanık lehine yorum yapılmasıdır.

Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin (veya ilgili dairenin) dosyayı ele alırken, muhtemelen şunları tartışması beklenir:

  • Bilirkişi Raporları Arasındaki Çelişki: UKB raporu aleyhe, Beşikçi ve BFI raporları lehe sonuçlara varıyor. Labudde’ninki ortada kalıyor. Bu durumda mahkeme, “kuşkular giderilmediği halde mahkumiyet kararı verilmiş” diyerek bozma yapabilir. Nitekim Yargıtay kararlarında, bilirkişi raporları çelişkili ise dosyanın tarafsız yeni bir bilirkişi kuruluna tevdi edilmesi gerektiği belirtilir. Bu dosyada da benzer şekilde, Yargıtay mevcut raporların hiçbirine tam güvenemeyeceği için, yeniden keşif ve bilirkişi isteyebilir.

  • HTS/Baz Verilerinin Değerlendirilmesi: Yargıtay, baz sinyallerinin mahkumiyete yeter derecede kesin delil olmadığını önceki içtihatlarında söylemiştir. Bu davada baz verileri daha çok sanıkların belirli anda evde olduğunu göstererek lehlerine çalışmaktadır. Yargıtay bu verileri en azından şüpheyi artıran unsur olarak görecek ve kuvvetli suç şüphesi oluşmadığı sonucuna varabilecektir.

  • Görüntü Delillerinin Güvenirliği: Yargıtay, görüntü incelemelerinde kanıt değeri için genelde net seçilebilirlik arar. Örneğin Yargıtay Ceza Genel Kurulu, gece karanlığında seçilemeyen bir kişi kaydını kesin delil saymamıştır. Bu vakada görüntüler son derece muğlak ve yorumlamaya açıktır. Dahası, Beşikçi’nin belirttiği gibi orijinal kayıt yerine kalitesi düşmüş video kullanılması, delilin aslını da tartışmalı kılıyor. Yargıtay büyük ihtimalle “bu görüntülerden failin kim olduğu hususunda kesin bir yargıya varılamaz” diyecektir.

  • Olay Yeri İncelemesindeki Hatalar: Yargıtay, eksik soruşturma gördüğünde dosyayı geri çevirebilir. Yukarıda değindiğimiz geç toplanan deliller (halı vs.) veya kırmızı araç meselesi gibi konular Yargıtay’ın gözünden kaçmaz. Belki de dosyayı “eksik araştırma” gerekçesiyle bozup, tüm bu atlanmış noktaların tamamlanmasını isteyebilir.

Hukukun nihai gayesi, maddi gerçeğin ortaya çıkarılması ve adaletin sağlanmasıdır. Ancak maddi gerçeğe ulaşmak her zaman mümkün olmasa bile, masumiyet karinesine sadık kalmak adaletin asgari koşuludur. Bu dava özelinde, eğer kesin konuşmak gerekirse, eldeki deliller aile üyelerinin mahkûmiyeti için yeterli görünmemektedir. En azından mevcut haliyle, kuşkuya yer bırakmayacak ispat standardı yakalanamamıştır. Bu durumda Yargıtay ya beraat yönünde karar verecek ya da daha olası olarak bozma kararı vererek eksiklerin giderilmesini talep edecektir. Bozma sonrası yeniden yargılamada muhtemelen bağımsız ve uzman bir bilirkişi heyeti (üniversitelerin ilgili bölümlerinden öğretim üyeleri, Adli Tıp Kurumu fizik uzmanları vs.) görevlendirilip, tüm görüntü ve veriler onların önüne konacak, belki tatbikat yapılacak, tarafsız bir rapor alınacaktır. Böyle bir rapor dahi kesin sonuç vermezse, sanıklar hakkında “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi gereği beraat kararı verilmesi hukukun gereği olacaktır.

Elbette, ortada vahşice öldürülmüş 8 yaşında bir çocuk gerçeği vardır ve adaletin tam tecellisi, gerçek suçluların cezalandırılmasını zorunlu kılar. Ancak unutulmamalıdır ki yanlış kişiyi cezalandırmak, adaletin hiç sağlanmaması kadar vahimdir. Bu yüzden, gerek teknik bilirkişi raporlarının eleştirel değerlendirilmesi, gerekse soruşturma safhasındaki hatalardan ders alınması çok önemlidir. Sonuç itibariyle, Narin Güran davası benzeri olaylarda medyanın, kolluğun ve yargının daha dikkatli ve tarafsız davranması; bilimsel delillere sıkı sıkıya bağlı kalınması; kuşku durumunda da evrensel hukuk ilkelerinden taviz verilmemesi gerekmektedir.