Oda TV – 30 Mayıs 2006 pazartesi gecesi Ankara’da önceden planlanmış bir suç işlendi

30 Mayıs 2006 Pazartesi gecesi Ankara’da önceden planlanmış bir suç işlendi.

Çatışma ortamında Güneydoğu’da görev yapan bir çok asker gibi kurallara aykırı olmasına karşın operasyonlardan ve teröristlerden arta kalan kimi mühimmatı toplamış olan Kara Pilot Yüzbaşı Murat Eren, başının derde girmesine yol açabileceğini düşündüğü bu malzemeyi birkaç ay önce aile dostu işadamı Yunis Akkaya’nın evine getirmişti. Böylece dijital kumpaslar için bir prova yapmak isteyen kulağı delik çeteye gün doğmuştu.

30 Mayıs akşamı saat 20:30’da polisler Yunis Akkaya’nın evinin kapısını çalıp arama kararını gösterdi. Avukat çağırmak Akkaya’nın aklına bile gelmedi. Polisler eve doluşup odalara yayıldılar. Kurallara göre ev sahibinin her görevlinin başında durup ne yaptığını kontrol etmesi gerekirdi ama uyan olmadı. Komşulardan bir kaç kişi çağırıldı, ama kurala aykırı olarak arama başladıktan bir süre sonra. Tutanağa göre bir çekmecede “Gizli” ibareli “Ayaklanmalara Karşı Koyma” isimli bir kitapçık, ve (davada 200 No.lu CD olarak anılacak) bir de CD “ele geçirilmiş”ti. Yasanın emrettiği imaj alma işlemi yapılmadan.

Aynı gece polis Murat Eren’in evine de gitti. Kurallara göre bunu ancak Merkez Komutanlığı’ndan bir yetkiliyle beraber yapabilirlerdi ama umursamadılar. Eren ilköğretim yaşındaki iki çocuğuna yataklarından çıkmamalarını söylemişti. Büşra yıllar sonra üniversite çağına geldiğinde bile kendisini ve kardeşi Burak’ı kedi gibi enselerinden tutup kaldıran polisin yüzünü unutmadığını söyleyecekti. Polisler babalarını, daha bir ay önce aldığı bilgisayarını ve harici hard diskini alıp gittiler. Yine imaj filan alınmadı. Bu suçtu, kanunda yazanın tam tersiydi, ama bir ülkeyi karanlığa itecek kumpas zincirinin başlaması için elzemdi. Bunu bilerek yaptılar.

O BELGEYİ DAHA ÖNCE HİÇ GÖRMEMİŞTİ

Yunis Akkaya, evindeki çekmeceden çıktığı söylenen gizli belgeyi ve CD’yi daha önce hiç görmemişti. İlk sorgularında onları da zaten patlayıcı merakı yüzünden başını derde sokan Murat Eren’in getirmiş olduğunu düşündüğünü söyledi. Patlayıcıları baştan beri kabul eden Eren ise bunu şiddetle reddediyordu. Akkaya daha sonra Eren’in ona CD ve belge filan vermediğini, çekmeceye nasıl girdiklerini de bilmediğini ifade edecekti.

Soruşturma aşamasında CD’yi ve Eren’den alınan cihazları incelemek için polis ve askerlerden oluşan bir heyet kuruldu. Bu heyetin çalışmaları hakkında tam bilgi yok, ama neyse ki isimlerini biliyoruz. Bu heyetin elinde olduğu sanılan sıralarda dijitallerin başına neler geldiği ancak yıllar sonra anlaşılacaktı.

SARI ÖKÜZ VERİLMİŞTİ

Sivil mahkemede (diğer sanıklardan birinin evinde buldukları, katıldığı bir tatbikat sonucu verilen “Atabeyler” yazılı bir şiltten esinlenen polislerce adı konulan) “örgüt” suçundan açılan davanın baş sanığı olan Eren hakkında askerî mahkemede de gizli bilgileri Akkaya’ya vererek “açıklamak” suçundan dava açıldı. Patlayıcıları ise iki mahkeme TSK kökenli olup olmama ölçütüne göre “paylaşmıştı”. Daha dava görülmeye bile başlamadan, gözaltına alındığı günden tam üç ay sonra Murat Eren Yüksek Askerî Şura kararıyla TSK’den atıldı. “Sarı Öküz” verilmişti. Şeriatın kestiği parmak acıyacaktıa.

Askerî mahkemenin atadığı bilirkişiler 200 No.lu CD’yi ve Eren’in dijitallerini inceledi. CD’de Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın kuruluş ve sorumluluklarına ilişkin sunum dosyaları olduğunu ve bu bilginin sızmasının sakıncalı olacağını söylediler. Bilgisayarcı bilirkişi dahil hiç birinin aklına imajı el koyma anında alınmayan bir dijitalin delil olamayacağını söylemek gelmedi. Genelkurmay Başkanlığı Askerî Mahkemesi Eren’i mahkûm etti.

TEK MESLEĞİ PİLOTLUKTU AMA PAZARDA HAVLU SATMAYA BAŞLADI

Bir kaç ay tutukluluktan sonra ilk duruşmada tahliye edilen Eren, kendine yeni bir iş arıyordu. Tek bildiği meslek pilotluktu. Takım elbisesini giyip İstanbul’a geldi. Yeşilköy’deki havacılık şirketlerinin kapılarını çalmaya başladı. İyi başlayan görüşmelerin tümü “hükümeti devirmeye teşebbüsten yargılanıyorum, TSK’den atıldım” sözlerini müteakip olumsuz bitti. Eren Unkapanı’na gitti, halden anlayan bir toptancıdan bir yığın havlu aldı. Sokakta kıyafetiyle taşıdığı yük arasındaki uyumsuzluk nedeniyle maruz kaldığı şaşkın bakışlara aldırmadı. Ankara’ya döndü, pazarda havlu satmaya başladı.

O günleri “Hani ‘Züğürt Ağa’ filminde Şener Şen utançtan fısıldayarak domates satmaya çalışıp kendini duyuramıyordu ya, ben de öyleydim” diye anlatacaktı yıllar sonra. “Bir yandan da bir ay kullanabildiğim bilgisayarımın taksitlerini ödüyordum.”

Başka bir gelirleri yoktu. Başına gelenlere çok üzülen annesinin kansere yakalanması onu çok sarsmıştı. Sıkıntılar artıyordu. Sonunda evliliği bitti.

Murat Eren bir yandan hayatını kazanmaya didinip bir yandan da iki mahkemede birden yargılanırken İstanbul’da dev Ergenekon davası başlamış, art arda gelen binlerce sayfalık akla zarar iddianamelerle yüzlerce insanın suçlandığı bir korku ortamına girilmişti. Bazı Ergenekon sanıklarının bilgisayarlarında bulunan “zor durumdaki Atabeyler davası sanığı yüzbaşıya yardım edilmeli” mealindeki e-postalar suç delili olarak iddianamelere giriyor, Danıştay saldırısı ve Cumhuriyet bombalamalarında önemli yer aldıktan sonra hapis yatarken kendisine reddedemeyeceği bir teklifle gelen savcı Zekeriya Öz tarafından “tanık”lığa devşirilen Osman Yıldırım, Murat Eren’in de Ergenekon davasına dahil edilmesi amaçlı hikayeler anlatıyor, mahkemeler davaların birleştirilip birleştirilmeyeceği konusunda yazışıyordu.

Askerî Yargıtay, Murat Eren’e Genelkurmay Mahkemesi’nin verdiği cezayı Ocak 2009’da “CD’de yer alan dosyaların Eren’in bilgisayarında oluşturulup oluşturulmadığı, oluşturulmuşsa hangi tarihte kim tarafından oluşturulduğu, bilgisayarın tarih/saatinde değişiklik yapılıp yapılmadığı vb. bir dizi hususun bilirkişiden sorulması gerekir” diyerek bozdu. Davayı yeniden ele alan Genelkurmay Mahkemesi de Adem Aşkar adında yeni bir askeri bilirkişi atayıp kendisine bu soruları sordu. Aşkar raporunu 21 Ekim 2009’da mahkemeye sundu, daha sonraki bir duruşmaya da gelip soruları yanıtladı. İşte bu rapor çok ilginçti.

İLGİNÇ BİLİRKİŞİ RAPORU

Bilirkişi Aşkar raporunda önce (suça konu) “”ÖZ KUV Brifing.ppt” ve “ÖKHÜ Brifing.ppt” isimli dosyaların incelemesi yapılan bilgisayarda oluşturulup oluşturulmadığına dair herhangi bir veri tespit edilememiştir.” diyordu. Ama hemen sonraki paragrafta, yaptığı arama sonucu tıpatıp aynı isimli dosyaların bulundukları bir CD’nin bu bilgisayara takılması sonucunda açılmış olduklarını gösteren “iz dosyaları” bulduğunu ifade ediyordu! Rapor bu iz dosyalarının özelliklerinin bir dökümünü (ileride daha yakından göreceğimiz) bir çizelge halinde verip daha fazla yorum yapmadan sonraki konuya geçiyordu. Siz hakim olsaydınız bunu okuyunca ne düşünürdünüz? Bilirkişinin suça konu ve Eren’ce reddedilen dosyaların onun bilgisayarıyla ilişkisini kurmayı başardığını, değil mi?

Aşkar çağrıldığı duruşmada da adlî bilişim mantığına sığmayan ve sanığın mahkûmiyetine zemin oluşturan bir takım beyanlarda bulundu. Mesela CD’nin üstveri bilgilerinden bazılarının kolayca değiştirilebileceğini, bazılarının ise “kullanıcı tarafından değiştirilmesinin mümkün olmayacağını” söyledi. “CD’nin oluşturulma tarihi 15 Ocak 2006 gözükmesine rağmen, içindeki dosyanın 30 Mayıs 2006’da oluşturulduğu kesindir” gibi dayanaksız yargılar ifade etti. Bunların bilimsel bir karşılığı yoktu. Saçmalıktan ibaretti.

Sonuçta mahkeme ve Şubat 2013’te de Askerî Yargıtay bu saçmalıkları temel alarak diğer “dijital dava”larda benzerlerini çok göreceğimiz bir karara imza attı: Zaten delil niteliğini yitirdiğini yukarıda anlattığım CD’deki dosyaların Eren’in Akkaya’nın evinde olduğu bir vakitmiş gibi görünen “son değiştirme tarihi”hanelerine inanıp aynı CD’deki bu bilgiyle çelişkili tüm diğer tarih kayıtlarına da (her nedense) “Eren’in kendisi bilgisayarın saatiyle oynayarak yapmıştır” demeye getirdi, “acaba Eren üstverilerle oynamaya başladıysa neden dosyaların “yazan” hanelerinin tümünde kendi adını bıraktı, aynı rahatlıkla onu da silebilirdi?” sorusunu sormadı, ve hapis cezasını onadı.

Eren aradan geçen yıllarda yeni bir evlilik yapmıştı. Eşi hamileydi. Murat Eren minik Beren’i 21 günlükken bırakıp Nisan 2013’te yine cezaevine girdi. İlk iki çocuğunun bebekliklerini de görev gereği görememişti. 16 Nisan 2014’te cezaevindeyken annesini kaybetti. Ekim 2014’te tahliye oldu. Ama çilesi henüz bitmemişti.

ÖYM’deki yargılama uzun yıllar sürmüş ve patlayıcılarla ilgili bir ceza ile sonuçlanmıştı. AKP Gülen cemaatiyle bozuşup yargıdaki cemaat örgütlenmesini kırmaya karar verince bu tür suçların davalarının temyiz işlerine bakan Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin görev alanını değiştirdi. Daire, bu değişikliğin yürürlüğe girmesine saatler kala son golünü atıp ÖYM’nin kararını onadı. Murat Eren’in dijital yüzünden alıp infaz yasasına göre erkenden çıktığı zamanı da ekleyerek yıllarca tekrar hapis yatması gerekiyordu. Beren’le dört ay bile geçiremeden Şubat 2015’te üçüncü kez cezaevine girdi.

2015’te Cemaat’in yargıda etkinliğinin kırıldığı sanılıyordu. Balyoz ve İstanbul Casusluk davalarında hak ihlalleri saptayan Anayasa Mahkemesi’nin çığır açıcı kararlarıyla o davaların kurbanları hapisten çıkmıştı. Murat Eren de umudunu AYM’ye bağladı. Sonuçta apaçık yasadaki hükme aykırı bir şekilde el konulmuş bir “delil”le mahkum olmuştu. AYM CD davasında yeniden yargılanmasına karar verse, yani dijitalin cezası aradan çıksa, patlayıcı bulundurmaktan gelen ceza tek başına hapiste yatmasını gerektirmiyordu.

AYM BAŞVURUSUNU REDDETTİ

Eren AYM’nin bireysel başvurusunu yanıtlamasını iki yıldan çok bekledi. Bu sürenin 8 ayı Askerî Yargıtay’ın kendisinden istenen hazır bir belgenin bir kopyasını çıkartıp gönderme işlemini yapmamasıyla geçti. 2015 sonbaharında, artık “dijital kumpas davalarından hapiste olan son asker” ünvanını almış olan, durumu yeni yeni kamuoyu gündemine çıkan Eren’e bir kötü haber daha geldi. AYM, başvurusunu reddetmişti! Nasıl mı?

AYM kararında önce Ceza Muhakemesi Kanunu ve Adlî ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’nin, “tüm bilgisayar kütüklerinin elkoyma anında imajı alınır” diyen maddeleri

yazılmıştı. Yönetmelikte bu imaj alma işinin “bilgisayar ağları ve diğer uzak bilgisayar kütükleri ile çıkarılabilir donanımları hakkında da” uygulanması emrediliyordu. AYM bu yönetmelik maddesini aktarıp şöyle devam ediyordu:

“CD’lerin “çıkartılabilir donanım” olarak değerlendirilmesi mümkün görünse de bu konudaki yorumun yargı makamlarına bırakıldığı görülmektedir. Bariz bir takdir hatası veya açık bir keyfîlik bulunmadığı sürece derece mahkemelerince bahse konu kurallara getirilecek yorum adil yargılanma hakkına aykırılık teşkil etmeyecektir.”

Evet, yanlış okumadınız. Anayasa Mahkemesi, “askerî mahkeme canı isterse CD’yi ‘çıkarılabilir donanım’ olarak kabul etmeyebilir, bu durumda imajı alınmamış, poliste, orada burada oynanmış, değiştirilmiş olup olmadığı kanıtlanamayacak CD’lerle istediğini mahkum edebilir, bu durum mahkum edilen garibanın adil yargılanma hakkına aykırılık teşkil etmez, ben karışmam” demişti.

Koskoca AYM’nin “CD” denen şeyin bir “çıkarılabilir donanım” olmayabileceğini, veya bilgisayar kütüğü değil de meşe kütüğü içerebileceğini düşünmesi mümkün olmadığından, bu olağanüstü yanlış karar duyulduğunda art niyet arayanlar oldu.

Bu aşamada Eren’in vekaletini alan avukat Hüseyin Ersöz, durumu gözden geçirdi. Eğer karara etki eden bir delilin veya raporun sorunlu olduğuna dair yeni bir bulgu sunulursa Askerî Yargıtay’a bir yeniden yargılama başvurusu yapılabilirdi. Sorun şu ki, Eren’in suçlandığı (ve kanuna göre daha en başta sanıklara verilmesi gereken) dijitaller onca yıldır kendisine gösterilmemişti. Ersöz dosyayı, özellikle de bilirkişi raporlarını incelemeleri için Boğaziçi Üniversitesi’nden içinde benim de olduğum bir profesörler heyetine ve adlî bilişim uzmanı Tuncay Beşikçi’ye gönderdi. Bakalım neredeyse 10 yıldır süren davanın dosyasından fark edilmemiş bir şey çıkacak mıydı?

BİLGİSAYAR ADLİ EMANETTEYKEN AÇILDI VE İZ BIRAKILDI

Sahtecilik çıktı! 2009’da görevlendirilen bilirkişi Adem Aşkar’ın Eren’in mahkum edilmesinde rol oynayan raporunu hatırlıyor musunuz? Hani Eren’in bilgisayarına o ünlü CD’nin takıldığına dair bir iz bulduğunu belirtmişti ya? Buna ilişkin raporda verilen bir çizelge incelendiğinde, Eren’e ait bilgisayarın 25 Temmuz 2006’da, yani o hapiste, bilgisayarı da adlî emanette iken açıldığı, disk sürücüsüne suça konu CD ile tek bir büyük/küçük harf farkı hariç aynı isimle adlandırılmış farklı bir CD’nin takıldığı ve bu CD’nin üzerinde bulunan, suça konu dosyalarla aynı isimlere sahip iki dosyanın açılarak o izin bırakıldığı anlaşılıyordu. Bilirkişi Aşkar bu bilginin dökümünü raporuna koymuş, ama ne yazılı ne de sözlü ifadesinde bu tarih bulgusundan söz etmemişti. Dahası, aynı raporda başka bir listede de Eren’in taşınabilir diskindeki dokuz adet dosyanın adlî emanette olmaları gereken 9 Ağustos 2006 tarihinde açılarak değiştirildiği, sonraki tarihlerde de tekrar açılarak cihazda erişim kaydı bırakıldığı görülüyordu. Aşkar bunu da mahkemede söylememişti. Sonuçta Murat Eren’in lehine olan bir delil aleyhine dönüşmüştü.

Öte yandan Hüseyin Ersöz dava dosyasında tanıdık bir isme rastlamıştı. Eren tutuklandıktan sonra dijitalleri incelemek için kurulan ilk ekipteki polislerden biri Mehmet Yayla idi. Bu Mehmet Yayla sonraki yıllarda her katıldığı aramada sahte delil “bulmasıyla” nam salmış bir komiserdi. Acaba “kariyeri”ne Eren’in adlî emanette değiştirilen dijitalleriyle başlamış olabilir miydi?

“Bunca delili gören Askerî Yargıtay yeniden yargılama kararı vermiştir” diyorsanız yanılıyorsunuz. 19 Ocak 2016’da, Murat Eren’in çilesi 10. yılını doldurmaya yaklaşırken, Askerî Yargıtay 3. Dairesi yeniden yargılama başvurusunu “Bilirkişinin yanlış şey söylediğine neden inanalım, bilirkişi hakkında mahkumiyet kararı gösterirseniz ancak belki o zaman” diyen bir gerekçeyle oybirliğiyle reddetti. O zamana dek Beren’in babasından ayrı büyümesinde bir sakınca görmemişti 3. Daire. Askerî Yargıtay’ın kumpas davalarındaki enteresan performansını bilenler bu karara hiç şaşırmadıysa da imzaladığım rapora havagazı muamelesi yapılmasına ben biraz alındım açıkçası.

2016’da özgürlük bekleyişi süren Murat Eren’in suçlandığı bir dava daha açıldı. Çete üyesi olmayan ilk savcının yazdığı iddianame yüzünden Eren’e gönlünden geçen şiddette ceza veremeyen ÖYM’nin kapatılmadan önce yaptığı suç duyurusu iddianameye dönüşmüştü. Ben bu satırları yazarken son kumpas mahpusu Eren hâlâ İstanbul’da hapiste, arada Ankara’daki bu davanın duruşmalarına götürülüyor. AYM’deki başvurularının yanıtları daha önce gelmezse ailesinin başına 2018’de dönebilecek. Eğer Ankara’daki davadan da ceza alırsa, daha da sonra.

Ayıp değil mi?

Prof. Dr. Cem Say