Cumhuriyet – Emile Zola gibi suçluyorum!

En son sözde Ergenekon davası denilen balon da sönünce Balyoz davasından mağdur olmuş, 32 ay hapiste tutulmuş bir emekli asker olarak bir şeyler yazmak ve önemli noktaların unutulmadan kayıt altına alınması gereğine inanıyorum.

Çünkü Atabeyler davası ile başlayan yaklaşık 20 yıldır TSK ve Türk aydınları üzerinde oynanan kumpaslar bir bir çöktü, bu davalarda yargılanan aydınlar, askerler, gazeteciler, akademisyenler, spor Kulübü başkanları vs. bugün itibarıyla aklandılar, şimdi suçluların hesap verme zamanı geldi, hesap veriyorlar da. 
Adaletin siyasete kurban edildiği nice tarihsel olayın en meşhurlarından birisi olan Dreyfus Davası Fransa’yı topyekûn etkileyen bir dava olmuştur. Çünkü Dreyfus’un suçsuz olduğuna inananlarla, Dreyfus üzerinden Yahudi düşmanlığını pekiştirenler arasında yaşanan bu dava sürecine; ordu, meclis, hükümet, basın ve aydınlar da müdahil olmuştur. 
Ülkemizde yaşanan kumpas davalar süreci de bu şekilde gelişti. Toplumun her kesimini etkileyen, her gün konuşulan ve ders çıkarılması gereken bir süreç yaşandı. Taraflar da çok belirgindi, aynı Fransa’da olduğu gibi. Bizzat müdahil olanlar, çanak tutanlar, konuyu bilip müdahil olmayan korkaklar vardı.

Aydın tavrı
Fransa’da gerçeği savunanların, simge isimlerinden büyük romancı Emile Zola’nın 13 Ocak 1898 Perşembe günü L’Aurore gazetesinde yayımladığı “Suçluyorum, Cumhurbaşkanına Mektup” başlıklı yazısı benzerine az rastlanır bir “aydın” başkaldırısının somut ve muazzam bir örneğini vermiştir. “Suçluyorum” başlıklı bir mektup yayımlayarak Dreyfus’un mahkûm olmasına neden olan ırkçı tavrı ve Fransız kurumlarını tek tek eleştirmiştir. Fransız Cumhurbaşkanı, Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı, yandaş Fransız asını ve eleştirilerden payını almıştır. 
Emile Zola, o Cumhurbaşkanı’na hitaben yazdığı yazısını şöyle bitirmiştir: “ …Gerçek su yüzüne çıkıyor ve hiçbir şey onu durduramayacak. Olay ancak bugün başlıyor, çünkü konular ancak bugün açık olarak ortaya çıktı. Bir yanda ışığın parlamasını istemeyen suçlular, öbür yanda ışığın parlaması için canlarını verecek doğrucular. Gerçek toprağın altına kapatıldığı zaman, orada öyle bir toplanır, öyle bir patlama gücü kazanır ki, patladığı gün her şeyi kendisiyle birlikte havaya uçurur. İleri de yıkımların en gümbürtülüsünün hazırlanıp hazırlanmadığını göreceğiz…”
Bugün Türkiye’de yaşananlar da Fransa’da yaşananların yıllar sonra bir tekrarı gibidir. Gerçek su yüzüne çıkmış, ışığın parlaması için mücadele eden doğrucular canları pahasına davalarını savunmuşlar, beraat etmişler ve aklanmışlardır. Toprağın altına saklanılmaya çalışılan gerçek patlamış, “doğrucular” kazanmıştır. Bu ayıbın hazırlayıcısı gerçek suçlular, gerçeği gizlemeye çalışan, bu ayıba çanak tutan işbirlikçiler, gerçeği bilip de ses çıkaramayan korkaklar kaybetmişlerdir. Bugün, kumpas davaların olumlu sonuçlanması her şeyin bittiği anlamına gelmiyor. Gelmemelidir de. Aslında kazanan gerçeklik, tüm suçluların ortaya çıkartılmasının da temelini atıyor. Yaşanan süreç doğrulukla, iftiranın mücadelesi olmuştur, saflar nettir. O halde bu dava süreçlerinde doğru tarafta olmayan kişilerin, kurumların hiçbir şey olmamış gibi davranması hayatın normal akışına uygun değildir. Bu durumda bu kurum ve kişilerin bir özeleştiri yapmak ve pişmanlık göstermek gerekliliği bulunmaktadır. “En özgür insan, tutkuları mantığa, mantığı da adalete bağımlı insandır” diyor Henri François D’Aquessean. Ben de bu esasları canı gönülden benimseyen, süreci bizzat yaşayan ve mağdur biri olarak suçlayacağım suçlu gördüklerimi. 
Listem şöyle oluştu.
Devrin Cumhurbaşkanı, Başbakanı, bakanları ve siyasiler…
Bundan onlarca, yüzlerce yıl sonrası bir Dreyfus Davası gibi, sizler zamanında yaşanan Atabeyler, Ergenekon, Balyoz, Zirve, Casusluk vs. davaları döneminiz için kara bir lekedir. Tarihe kazınmıştır bu süreç. Bu davaların “savcısı oldunuz”, “bağırsak temizliği” dediniz. Pislik kucağınızda kaldı. Gerçekleri gören siyasi partiler ve siyasiler vardı, sizleri uyardılar, siz dikkate almadınız. Bu süreçten “Aldatıldık” diyerek sıyrılamazsanız…

Askerlik yemini
Sizleri suçluyorum. Devrin Genelkurmay başkanları, 
Bu süreci iyi yönetemediniz. Askerlik yemininize sadık kalamadınız, sessiz kaldınız, yürekli olamadınız, silah arkadaşlarınızı tutsak bıraktınız düşman eline. İlk önce astsubaylarınızı, teğmenleri verdiniz tutsak olarak, sonra sırasıyla diğer subaylarınızı, general/ amirallerinizi. En son makam odanızda fotoğrafı asılı olan bir önceki emekli Genelkurmay Başkanı’nı terörist diye tutukladılar, ona da ses çıkaramadınız. Siyasileri gerçek konusunda aydınlatamadınız, Millete anlatamadınız, davaların kararları açıklandığı gün hiçbir şey olmamış gibi yurtiçi/ yurtdışı gezilerinde denetlemedeydiniz. Mağdurların ailelerine sahip çıkamadınız, bir “Sessiz Çığlık’a gelip onlarla olamadınız, silah arkadaşlarınız şehit oldular, cenaze törenlerine bile katılamadınız. “Bağırsak temizliği” dediler, “İyi ki bu generallerle harbe girmemişiz”, “Kâğıttan kaplan” dediler. Sustunuz. Silah arkadaşlarınız dayanamadılar, istifa ettiler. Siz mevzilerinizi korudunuz…

Yandaşlar, tetikçiler 
Sizleri kınıyorum ve suçluyorum. 
Görsel ve yazılı medya,
bir avuçtu, kalemini satmayan, vicdanıyla yazan gazeteci. Örneğin nasıl unuturuz bir Orhan BURSALI’yı, bir Y. Selim DEMİRAĞ’ı, bir Selcan TAŞÇI’yı, Emin ÇÖLAŞAN’ı, Saygı Öztürk’ü, Melih Aşık’ı, Yılmaz Özdil’i, Müyesser Yıldız’ı. Emile Zola’larıydı bu sürecin. 
Bir de kadrolu yandaşlar vardı. Her gün tartışma programlarına çıkarıyordunuz, bu tetikçileri. Nagehan’lar, Nazlı’lar, Petek’ler her gün saydırıyordu ekrandan. Her gün “TSK’nin darbe geçmişi” diyorlardı. Halbuki somut olaylar ve sahte deliller üzerinden işleyen bir süreç vardı. Somut davalar ve gerçeklerle ilgilenmiyordunuz da darbe geçmişi diye 27 Mayıs’lara, 12 Eylül’lere sığınıyordunuz. Köşelerinizde yazamıyordunuz, hapishanelerden gönderdiğimiz mektupları.
Akademisyenler, aydınlar… 
Sizleri suçluyorum. 
Akademisyenlik, aydın olmak araştırmak, analiz etmek, ilmik ilmik gerçekleri ortaya koymak değil midir? Akla ve gerçeğe dayanmak, yorulmadan savaşmayı gerektirmez mi? Yine siz de bir avuçtunuz gerçeği kovalayan, savaşan. İçinizde vicdan sahibi, aklının sesini dinleyen bir avuç koca yürekli akademisyen vardı çok şükür. Prof. Cem Say, Tevfik Peksayar, Tuncay Beşikçi ısrarla Kral Çıplak dediler bu süreçte. Korkmadan bıkmadan usanmadan sizler yerine. 
Ama çoğunuzu göremedik, izlemekle yetindiniz süreci. Yalan dolan bilirkişi raporları ortalarda gezerken, bilimsel açıklamalardan uzaktınız, yoktunuz ortalarda… Kral çıplak diyemiyordunuz, gerçeğin peşinden gitmiyordunuz. 
Sizleri suçluyorum. 
Hukuk fakülteleri dekanları, öğretim üyeleri… 
Bir hukuk katliamı işleniyordu. Sizler yoktunuz ortalarda. Halbuki sizin sesinizin tam da çıkacağı zamandı, hukuk yok ediliyordu ama siz sessizdiniz. Her şey güllük gülistan gibi davranıyordunuz. Okullarınızda sahte cennetinizde yaşıyordunuz. Halbuki hukuk cehennemi yaşanıyordu. Sizlerden hukuki mütalaalar, yaşanan hukuksuzluklara isyan bekleniyordu. 
Türk milleti adına karar veren hâkimler, savcılar. Sizleri suçluyorum.
İçinizde tetikçiler vardı özel yetkili savcılar, hâkimler, hukuku hain amaçları için kullanıyorlardı. Ama siz bunları biliyor, görüyor, sessiz kalıyordunuz. 
Kararlar veriliyor, bir şerh bile koyamıyordunuz. Şerh koyanlar, sürülüyor, emekli ediliyordu, siz susuyordunuz. İçinizdeki hainleri temizleyemiyordunuz. Yüksek yargı olaya el koyamıyordu… O da ele geçirilmişti. “Hukukun üstünlüğü” yok ediliyordu, seyrediyordunuz.

Yoktunuz 
Barolar, sizleri suçluyorum. Sadece TBB, İstanbul, Ankara, İzmir baroları vardı. Bu barolar mahkemelere geliyor, mağdurları yalnız bırakmıyorlardı. Bir de, Silivri’de avukatlarımız vardı, “savunma hakkı” diyorlardı, bu hak ellerinden alınınca da “Cüppelerini sıraların üstüne bırakıp” duruşmalara girmiyorlardı. Haklarında davalar, soruşturma üstüne soruşturma açılıyordu. Peki, Anadolu baroları, siz neredeydiniz? Yoktunuz, sesiniz çıkmıyordu.
Sanatçılar, sizleri de suçluyorum. Merhum Tarık Akan 12 Eylül darbesinde işkence görüp askerden çok çekmemiş miydi? Ama Silivri tel örgüleri yıkılırken en öndeydi. Örneğin ya da bir Levent Kırca, Rutkay Aziz, Genco Erkal, Müjdat Gezen. Bizlere yapılan haksızlıkları, hukuksuzları oynuyorlardı tiyatrolarında. Sanatçı yaşanan haksızlığa sessiz kalabilir miydi? Ama sizler, büyük çoğunluk sessizdiniz. Açılım falan derken “Akildiniz” de bu süreçte aklınızı kullanamıyor muydunuz? Hiç sesiniz çıkmadı. 
Sizleri suçluyorum. 
Suçluyorum yanlışın yanında olan siyasileri, akademisyenleri, askerleri, hukukçuları, sanatçıları ve vicdanlarının sesini dinleyemeyen nicelerini… 
Bugün bu süreci yaşayan her kurum ve her birey kendisiyle ve vicdanıyla hesaplaşmalıdır. Gün bugündür. Gerçekler patlamıştır. Hesabı temiz çıkmayan da en azından bir özür dilemeli, hesabını da vermelidir. 
Tanrı herkese Emile Zola vicdanı ve cesareti versin. Bu süreçte hep yanımızda olan birçok kahraman, bardağın dolu tarafını oluşturdu. Azdılar, ama koca yürekleri vardı.. Bu vesileyle Ali Tatar, Murat Özenalp, Cem Aziz Çakmak ve gıyaplarında tüm kumpas şehitlerimizi saygıyla anıyorum. 
Ruhları şâd olsun.

MURAT TULGA 
Emekli Kurmay Albay